Geçen gün, sosyal medyada çocuk bakımı ile ilgili bir video izliyordum. Konu uygun olduğu için oğlum da (yaş 12) eşlik etti, beraber baktık. Videodaki uzman çocuklara etiket takılması konusunda bilgilendirme yapıyordu ve orada “Çocukken bana da etiket taktılar “Utangaç” diye ve ben de buna inandım. Sonra büyüyünce de mazeret olarak o etiketi kullandım.” diye anlatılıyordu.
Buradan bir sohbet başladı aramızda. Bu “etiketleme” işinin ne kadar yanlış olduğunu konuştuk.
Oğlum, “Çocuklar büyüklerinin sözlerine inanır. Bazen kötü sözler söyleyen büyükler oluyor çocuklara, gençlere. Onlar da kendilerini öyle sanıp üzülüyorlar bu abi gibi.” Dedi.
Ben de ekledim, “Sadece olumsuz etiketler değil, iyi şeyler de çocuklara uygun değilse eğer sıkıntı olabiliyor. “Çok uslu-efendi-sakin-çocuk” mesela. Belki o çocuklar uslu olmak istemiyor, içlerinden gelmiyor. Herkes ona övgü sebebi saydığı bir rol biçmiş, öyle olmasını istiyor ve bunu yapıştırıyor. O çocuk büyüdükçe içinden gelmediği halde o denilen etikete uygun davranabiliyor ama öyle hissetmiyor. Afacanlık var, şakacılık hatta argo konuşma isteği var ama yapamaz çünkü kaka çocuk olur. “Hımmmm hiç yakıştı mı senin gibi düzgün çocuğa, hanım kıza?” derler. Özgüven etkilenebilir. O “kakalık” hissi ne berbattır.
-Evet anne. Utanabilir çocuklar o zaman.
Mimiklerimle onu onaylayıp, anlatmaya devam ettim…
Öyle dememeleri için, dedikleri şey olmaya devam eder çocuk. Yetişkin olduğunda içinde irili ufaklı çatışmalar başlayabilir. Maske ağırlaşır. Videodaki gibi onu bahane olarak kullanılır. Bir şeyi yapabilecekken yapmayışın mis gibi mazereti olur bazen. Dahası, bu konforlu bir iştir ayrıca.
Yakın çevremiz ve toplum, çoğunlukla onların istediği gibi olduğumuzda bizi kabul eder. Bireysellik, saygısızlık, bencillik olarak görülür sıklıkla. Çoğumuz, ne olduysak o olduğumuz için sevilmeyi hiç öğrenemeden, sevilmiş olduğumuzu biliriz ama bunu hissedemediğimiz için de inceden suçluluk duyarız. Şaşılacak bir yalnızlık hissi de tabi. “Nankör müyüm ben be?!” deriz. Şansımız varsa, bir gün bir eşiğe gelir, hayrete düşürücü bir uyanışla nankör değil, kendimiz olamadığımızı anlarız.
…
-Anne keşke böyle olmasa. O zor gelen zamanlarda da, boğazımız şiştiğinde doktora gittiğimiz gibi psikolog ve terapistlere gideriz değil mi?
-Keşke oğlum… Evet, bir şeyler ters gittiğinde, işin içinden çıkamadığımızda kendimiz için yapabileceğimiz en güzel şey budur oğlum. Daha sağlıklı, yeterli bir insan ve “kendisi” olmak isteyen herkes gibi…
Çocuklar ailelerin, aileler çocukların, bireyler birbirlerinin istediği gibi olmayabilir. Herkes işimize geleni yapmayabilir, hayalimizdeki “o kişi” de olmayabilir. Kendileri, bütün ve gerçek olmaları sağlıklı olandır. Öyle olanları kabul edebilmeliyiz. Bu konu zorlama kabul etmiyor. İnsan baskı istemiyor, kalıplara sığmıyor, genellenmiyor. Yüzyıllardır her yerden bu bilgiyi alırken, yaşarken neden anlamsız arzu ve taleplerimizde bu kadar ısrarcı oluyoruz ki? Kendimize istiyoruz da başkasına veremiyoruz. Hani denge?
Başkalarının dediği gördüğü şey miyiz gerçekten her zaman? Kendimizden ve yakınlarımızdan başlayarak bir değişim başlatmaya var mısınız şimdi?
Gaye Elmas Ünver