Bu yıl altıncısı düzenlenen Zeynep Cemali Edebiyat Günü Yayıncılık Konferansı’nı Martı Dergisi okuyucuları için izledim.
Günışığı Kitaplığı’nın ev sahipliğinde konferans 8 Ekim Cumartesi günü Kadir Has Üniversitesi Cibali Salonunda Kaan Elbingil sunumuyla gerçekleşti.
Adına edebiyat günü düzenlenen Zeynep Cemali kimdir? Çocuk edebiyatının bu usta öykücüsünü kaçımız tanıyor, kitaplarını biliyor?
“Çocuk edebiyatına ustalara yakışan bir derinlik kazandıran bir öykücü” olarak tanıtılan Zeynep Cemali, 1950’de İstanbul’da doğdu. Ortaokul ve lise yıllarından başlayarak, el sanatları, halı ve kilim ticareti yapan babasıyla birlikte Anadolu’yu dolaştı. Babasının sık sık yinelediği “yaşamak öğrenmektir” deyişi yaşamını büyük ölçüde yönlendirdi. Günışığı Kitaplığı tarafından 1999 yılında yayımlanan ilk kitabı Ben, Çınar Ağacı ve Pufböreği ve ertesi yıl çıkan Gül Sokağı’nın Dikenleri, onun güçlü bir öykü anlatıcısı olduğunu kanıtladı. Cemali, kendine özgü öyküsel dilini romanlarında da başarıyla geliştirmeyi sürdürdü Patenli Kız ve Ballı Çörek Kafeteryası gibi, öykülerle örülü romanlarının yanı sıra Çılgın Babam ve Öykü Öykü Gezen Kedi gibi öykü kitaplarıyla her yaştan okuyucuya ulaştı. Kasım 2009’da İstanbul’da yaşama veda eden Zeynep Cemali’nin, ardında bıraktığı son romanı Ankaralı, 2011 Türkan Saylan Sanat ve Bilim Ödülleri Sanat Ödülü’ne değer görüldü.
İşte bu ülkemizin tek yıllık yayıncılık konferansı hem usta kalem Zeynep Cemali’yi yaşatmak hem de yayıncılık birikim ve tecrübeleri genç yayımcılara aktarmak amacıyla, yayıncıları, yazarları, akademisyenleri, edebiyatçıları, kitaplara emek veren, kitapları okurlarla buluşturanları bir araya getiriyor.
Her yıl yayıncılık sektörünü yakından ilgilendiren farklı konuların ele alındığı konferansta bu yıl “edebiyatın dönüştüren, sağaltan ve ifade alanı tanıyan etkisine inanarak” daha çok edebiyatçılara yer verilmiş.
Konferans Mine Soysal’ın hoş geldiniz konuşması ile başladı.
“Bizim işimiz kitaplarla. Kitaplar ki insanlığın günlüğü, düşüncenin arşivi. Yaşamın, ruhumuzda biriken kitaplar kadar mümkün olabildiğine inanıyoruz. Edebiyatın da yayıncılığın da temelinin özgürce düşünmek, hayaller kurmak ve her yolla ifade edebilmek olduğunu biliyoruz. Yayıncılığımız zorlu bir yıl yaşıyor. Ekonomik zorluklar içinde artan kaygılarımızla ayakta kalmaya, üretmeye çabalıyoruz. Ülkemizin entelektüel kimliğini yok eden politikalara, her türlü şiddete, susturulmaya, tek tipleştirmeye karşı çıkıyoruz. Sansürsüz, özgür yayıncılığın ve renkli edebiyatın bir gün mutlaka kazanacağını bir kez daha vurguluyoruz. ” diyen Soysal sahip oldukları güç ve inancın ustalarından emanet olduğunu belirti ve hayalini kurduğumuz toplum barışı sağlayacağına inandığımız yazmaktan, çizmekten, araştırmaktan, yayınlamaktan, yaymaktan ve arşivlemekten vazgeçmeyeceklerini yeniledi.
Edebiyat yaşamın izdüşümüdür ve yaşamda umut da vardır!
Konferansın açılış konuşmasını edebiyatta 30 yıldır eserleriyle emek veren şair, yazar Gülsüm Cengiz yaptı. Edebiyatın yaşamın izdüşümü olduğunu çok yönlü olarak ifade ettiği Edebiyat-Yaşam konulu konuşmasında, “İnsan kendini ifade etmek, duygu ve düşüncelerini dışa vurmak ve yaşadıklarını paylaşmak için edebiyatın olanaklarından yararlanmıştır. Edebiyatın en eski ve köklü ifade biçimlerinden biri olarak şiirin doğuşu da bize bunu göstermektedir. Ezgili, ritimli sözcüklerle ortaya çıkan şiir bir gereksinimle girmiştir insanın yaşamına ve işlevseldir.
Edebiyat yaşamın izdüşümüdür, yaşam sonsuz bir çeşitlilik ve zenginlik barındırır. Acıları, sevinçleri, umutları, düş kırıklıklarını kapsayan bin bir türlü rengi vardır. Edebiyat uyarıcı ve muhaliftir. Yazın sanatı yaratıcılığı gerektirir. Yaratıcılık ise var olanın ötesinde yeni bir şey ortaya koymaktır. Özellikle gerçekliğe tanıklık eden yazınsal yapıtlar eleştirel dolayısıyla var olan sisteme, erke muhaliftir. Bu tür yapıtlar okuru sarsar ve uyarır.
Edebiyat yaşamın izdüşümüdür ve dönüştürücü bir gücü vardır. Çünkü yaşam hep ileriye, sonsuzluğa akar. Okur yazınsal metinler aracılığıyla öteki insanların, toplumların yaşamlarını öğrenir, onlarla özdeşim kurarak kendi koşullarını sorgular. Haksızlıklara karşı, adalet, özgürlük, eşitlik için mücadele eden roman kahramanıyla özdeşim kurarak direnç, mücadele isteği ve zorluklarla baş edebilme gücü kazanır ki bu da edebiyatın dönüştürücü gücüdür.
Edebiyat yaşamın izdüşümüdür ve yaşamda umut da vardır. Evet, umut insanda; ancak okuyan, araştıran, düşünen, sorgulayan, empati duygusu gelişmiş; hayatta izleyici olmak yerine, iyiden, güzelden, doğrudan, haklıdan yana değiştirip, dönüştürmek için yaşama müdahale eden, emek veren insanda. Böyle insanların oluşturduğu toplum, kuşkusuz ki demokratik bir toplumdur ve gerek dünyada gerekse ülkemizde yaşananlar, buna ne kadar gereksinimimiz olduğunu da ortaya koymaktadır,” dedi.
Türkiye Yayıncılar Birliği Başkanı Metin Celâl Zeynioğlu, “Yayıncılığımızın 2016 Başlıkları” konulu konuşmasında, yayıncılık sektörü ve devlet kurumları arasındaki ilişkilerde süreklilik sağlanamamasına dikkat çekerek, tüm olumsuzluklara rağmen yayın adetlerinin büyüdüğünü, sektörel veri analizi için çalışmalar yaptıklarını, yayınevi örgüt şeması ve yayıncılık mesleklerini tanımlama üzerine proje başlattıklarını ifade etti.
Neden Yayımla(ya)mıyoruz? konulu panelde deneyimli yayıncılar; Sevengül Sönmez, İrfan Sancı ve Özgür Kalyoncu Akın, yazınsal türlerin sektöre katkısından ve daha az yayımlanan türlerden bahsettikleri konuşmalarında bazı türleri yayınlayamamanın sebebi satış kaygısı değil, uzman çevirmen eksikliği olduğunu ifade ettiler.
Paneli yöneten Sevengül Sönmez, edebiyatı işlemek ve edebi kanon oluşturmak anlamında yayıncılığın önemini vurguladı. Kalyoncu, öykü ve şiir yayıncılığında artış olduğunu, yayıncıların bu türleri desteklediğini ancak tiyatro ve senaryo türlerinin ölmek üzere olduğunu söyledi. Yayımlamak istedikleri dosyayı, “satar mı” düşüncesine kapılmadan bastıklarını ifade eden Sancı ise, şiiri az basmalarının nedenini, şiir editörü istihdam edememek olarak açıkladı.
Hepimizin bildiği gibi edebiyatın kırılgan yüzü hayat değildir. Çünkü edebiyat bütünüyle kırgınlıktır.
Öykü ve romanları ödüllere değer görülen, çağdaş edebiyatın güçlü kalemlerinden Sema Kaygusuz, “Edebiyatın Kırılgan Yüzü: Hayat” başlıklı konuşmasında;
“Hepimizin bildiği gibi edebiyatın kırılgan yüzü hayat değildir! Çünkü edebiyat bütünüyle kırgınlıktır. Hayatın gücenik yüzüdür. Karanlığı, ağrısı, dehşet karşısındaki yetersiz ifadesi ile hezeyanın ta kendisidir. Sadece hezeyan değil aynı zamanda hezimettir edebiyat. Tümüyle başarısızlıktır. Sevilme arzusuyla, hükmetme bilinci ile zenginlik ya da şöhret hırsıyla fermente edilemez. İptidai koşullarda kendi başına şarabileşir. Edebiyat yenilgidir. Güzelliği olmadan biz yazıya katlanamayız. Edebiyatın teninden müziği, dil dünyasını, kurgusal mimariyi çekip alın, onu salt hikayeye bırakın geriye ölüm, yoksulluk, mahvoluş, adaletsizlik, çıldırtıcı yalnızlık kalır. Gerçeğin en çiğ hali kalır! ” diyerek çarpıcı bir giriş yaptığı konuşmasına şöyle devam etti:
“Peki, nedir bu güzellik? Bir sırdır. Yazı bir düşünceye dönüştüğü yani tam olarak kavrandığı an yazı olur. Öte yandan yazınsal güzelliğin okunurken düşünceye gereksinimi yoktur. Güzellik, ruhun bilgisidir. Yazınsal güzelliğin bir nedene gereksinimi yoktur. Tüten buğu nasıl köze ait ise güzellikte edebi nesnenin kaçınılmaz uzantısıdır.
Bugünün edebiyat üretimi epey kekeliyorsa, hınçlıysa, kaba, kılçıklı ve parçalıysa, uğulduyorsa, hırlıyorsa, her pırıltılı cümlede suçluluğa batıyorsa, yazılmaya zorlanan yazılamazlar yüzünden gerçeklerden utanıyorsa, kahramanları silik, karakterleri gölgede kalıyorsa, gerçeğin cinneti ile baş etmeye çalıştığı içindir. Beceriksizliğinden değil, derdindendir. Bugün elimizdeki yazı, buhranlı bir edebiyattır.”
Nobakov der ki “Bir roman ancak yeniden okunur” İşte o yeniden okuma eleştiridir.
“Edebiyat Eleştirisinin Hali Pürmelali” konu söyleşide farklı kuşakların temsilcisi, eleştirmen, yazarlar; Semih Gümüş ve Irmak Zileli, edebiyat eleştirisi nedir, ne değildir, kim(ler) için gerekli, neye yarar sorularından yola çıkarak edebiyat eleştirisinin bugün geldiği noktayı ele aldılar.
“Bir tanıtım yazısı ilk okumadır. İlk okuma bir eleştiri olmaz aslında. Nobokov der ki “bir roman ancak yeniden okunur” İşte o yeniden okuma eleştiridir,” diyen Gümüş bir tanıtım yazısı, eleştirinin kendisi değildir ve ondan bir eleştiriden beklediklerimizi beklememeliyiz derken eleştirinin de ilk okumada, yüzeysel bir okumada kalmaması gerektiğinin vurguladı.
“Eleştirinin rolü, okuyana iyi edebiyatın güzergahını göstermek, bir yanıyla da aslında iyi okur yetiştirmek” olduğunu değinen Irmak Zileli, ilk başta okuyucunun eleştiriye ihtiyacı olduğunu ancak aynı zamanda yazara da metne bir okur gözüyle bakmak fırsatı verdiği için faydalı olduğunu belirtti.
Eleştirel bir okuma genişlemeye ve çoğalmaya fayda sağlıyorsa insanın zihnini geliştirirken onu bir yerden başka bir yere götürür fikrinde birleşen Gümüş ve Zileli eleştirinin hem okurunu hem de metni geliştirdiğini söylediler.
Yayıncıların eleştiriye yaklaşımı da tartışıldı. Bu yaklaşımının ticari olmaması gerektiği, olumsuz bir eleştiride eleştirinin yayınlandığı mecradan yayıncının desteğini çekmemesi, aslında bir yayınevinde en önemli kişiler olan editörler için de eleştirilerin faydalı olduğu üzerinde duruldu.
“Akademisyenler eleştiriden uzak duruyor” diyen Zileli metnin teknik incelemesi için akademisyenlere ihtiyaç duyulduğunu belirtti.
“Polemik, eleştiri değildir; siyasetin dilini kullanmaktır,” diyen Gümüş, “Eleştiri, metinden bağımsız bir yazıdır, yazınsal türdür. Ama bunu böyle söylemekle olmaz, o seviyeye de taşımak gerekir,” dedi.
Eleştirinin üslubunun da önemine değinildiği söyleşide eleştirinin kültürel bir durum olduğu, herkesin herkesi eleştirebilmesi ve korumacılıktan uzaklaşmak gerektiği vurgulandı.
Editör aynı zamanda bir eleştirmen midir? sorusuna Semih Gümüş; “Evet aynı zamanda eleştirmendir. Metnin tüm sorunlarını çözüp, basılacak mükemmelliğe getirecek yetkinlikte ve yazar kadar metne hâkim olmalıdır” diyerek cevapladı.
Konferansın öğleden sonraki bölümü Yeni medya ve iletişim stratejisti Yiğit Kalafatoğlu’nun Peşimizdeki Gelecek: Dijital Dünyada Yeni Eğilimler” başlıklı konuşması ile başladı. Yayıncılıkta dijital mecraları ve teknolojileri kullanma deneyimine ilişkin görüşlerini, geleceğin internetiyle ilgili öngörülerini paylaştığı konuşmasında bireylerin en çok dokunduğu platformlara vurgu yaparak “Sosyal medya ve yeni medya bireye şunu öğretti; ne olduğun önemli değil, nasıl gözüktüğün önemli, ne düşündüğün değil, ne neyi düşündürttüğün önemli. Sen bir şeyi üretiyorsan ya da üretilmiş bir şeyi tekrar yorumluyorsan o zaman bir birey oluyorsun. Böyle bir yanılsama var. Aslında burada metnin, eserin özünden bağımsız olarak onu okuyor olmak, onu okuyor olarak kendini ifade etmek ve paylaşım yapmak hem olumlu hem de olumsuz bir pencere açıyor” diyen Kalafatoğlu, iyi bir takiple sosyal medyadan fayda üretecek şekilde içerik üretmenin mümkün olduğunu belirtti. Şirketlerle başlayan, insanlarla devam eden internet dünyasında nesnelerin dönemine geçilmeye başladığına vurgu yapan Kalafatoğlu, “Yapay zekâ, edebiyat ya da sanat eseri üretebilir mi, artık bunlar konuşuluyor,” dedi.
Konferansın kapanış konuşmasını, acıyı, aşkı, hüznü, İstanbul’u ve insana ilişkin en temel duyguları ustaca dile getiren, çağdaş edebiyatımızın önemli yazarlarından Mario Levi yaptı.
“En önemli müdafaa alanı edebiyattır” diyen Levi, bunu bireysel sorundan çıkarıp daha geniş bir alana taşımak için elinden geleni yaptığını belirterek başladığı konuşmasına, “Edebiyat, hayır demektir. Her anlamda Hayır demeyi bedellerini ödemeyi de göze alarak söyleyebilmektir. Bunu başarabilmek için iki önemli değere çok bağlanmalıyız. Birincisi, kendimizi mümkün olduğunca kibirden uzaklaştırmalı, ikincisi samimi olmalıyız. Bu, bir başkasını dinlemenin kendini anlatmaktan daha değerli olduğunu gösteriyor” diyerek devam etti.
Bugün dünyanın her yerine bulaşmış olan olan sıradanlığın edebiyata da sirayet etmesinden büyük bir üzüntü duyduğunu vurgulayan Levi, “İlke olarak fikirleri, düşünceleri yüzünden bir yazarın, gazetecinin ya da herhangi bir kişinin mahkûm edilmesinin, tutuklanmasının sonuna kadar karşısındayım. Her türlü düşüncenin, ırkçılık hariç, savunulması, hayat bulması gerektiğine inanıyorum. Öte yandan, edebiyatımızda senin yazarın, benim yazarım meselesi var. Bir takım yazarlar parlatılırken, hapishanedeki yazarlara sessiz kalınmak utanç verici bir durumdur. Bu, edebiyat onuruna yakışmaz. Sen ben yoktur, sadece edebiyat vardır,” dedi.
Yazarlıkta yaratıcılık yoktur sadece ve sadece keşfetmek vardır. Biz bir hakikatin peşindeyiz ve biz o hakikati keşfetmeye çalışıyoruz diyen Levi “her şeye rağmen sanat ve edebiyat bizi kurtaracak olan tek değerdir ve başka nefes alacağımız yer kalmadı. Hem sığınma alanı hem de haykırma alanı bizim için. Hayır demekten başka hiçbir seçeneğimiz kalmadı. İyi kitap, iyi edebi eser er ya da geç okurunu bulur. Yapacağımız tek şey sabırlı olmayı bilmektir” diyerek konuşmasını sonlandırdı.
Konferans Zeynep Cemali Öykü Yarışması 2016 Ödül Töreni ile sona erdi. “Adalet” temalı öykülerle dereceye giren 6, 7, 8. sınıf öğrencileri, ödüllerini Necati Tosuner, Mario Levi, Gülsüm Cengiz ve Necati Güngör gibi edebiyatın usta isimlerinin elinden aldılar.
Yıllık yayıncılık konferansı Zeynep Cemali Edebiyat Günü’nün yedincisi, 30 Eylül 2017’de düzenlenecek.