Mekânım Datça olsun demiş ya üstat Can Yücel, bunun üzerine daha ne söylenebilir ki?
Ne desem az. Sevdim ben Datça’yı, pek bir sevdim. Her sene gidecek kadar, ne mi buldum oralarda? Birbirinden enfes bükler, sessiz sakin halk plajları, nispeten daha az kirlenmiş koylar ve ruhlar, aynen Kaz Dağları gibi düşük nem oranına sahip bir atmosfer, başka sahil yerlerine kıyasla daha bakir bir doğa, oralıların deyimiyle muhteşem üçlü “Bal-Balık-Badem”…
Yaz klasiği, her sene öncelikle evindeymişsin gibi rahat ettiğin Doada Oteli’ne inersin; her yıl biraz daha boy atan otel sahibinin güzeller güzeli torunu Doğa’yı kucaklarsın; aynı kattaki aynı odaya çıkar, henüz valizini bile yerleştirmeden soluğu şehrin hemen bitimindeki koyda alır, kendini koşa koşa Ege’nin soğukluğuyla insanı diri kılan sularına bırakırsın. İliklerine kadar yaşadığını hissedersin, “değdi” dersin, şükredersin.
Zira Datça’ya ulaşmak hiç kolay değil. Ya Bodrum Milas havaalanına inip, sonrasında Bodrum- Datça olmak üzere bir feribot yolculuğu veya Dalaman havaalanına kadar uçup Marmaris üzerinden karasal bir seyahat planı. Seçim sizin zevk sizin. Bana göre hepsi hoş, canım yurdumun en güzide köşelerinden alt Ege’nin tarifsiz güzelliği hep yanı başımda olduktan sonra. Sıkıntım bir an önce Datça’ma kavuşmakta. İnsanın tek derdi keşke bu olsa.
Şair Gözünden
Datça’yı anlatırım anlatmasına da bir şair gözünden yapmak isterdim bunu mesela. Bilirsiniz Can Yücel gelir akla denince Datça. İsterdim bir şair gözünden bakabilmek, şairlerin gözlükleri olsa “pembe” mi olurdu acaba? Bakınca etrafı toz pembe gördüren veya hiç olmadı “sarı” hiçbir detayın gözlerinden kaçmamasını sağlayan. Ya da buldum tamam “eflatun”, her bir şeyin naif yanlarını keşfedip bulduran.
Şair gibi yazacaksın Datça’yı, Afrodit gibi yaşayacak. Öyle ya, Afrodit’in nerede yaşadığı bilinmese bile heykeli Datça yarımadasının en batı ucu, eski yerleşke Knidos’ta. İlk kez babacığımdan duymuştum “Bir yerin havası-suyu güzelse kadını da güzel olur” diye. Tamamdır, heykeli de olsa razıyım ben.
Şimdilerde yaşasa ne yapar ne yer ne içerdi acaba? Şöyle salına salına yürürdü dişiliğinden emin. Ağzından bal damlardı, sonuçta gerçek güç yumuşacık olmakta. Baştan çıkaran edasıyla badem gözlerini süzer, kahkahaları etrafı çınlatırken dört bir yanı, o atardı havasını cümle âleme Vespa’sıyla. E modern zamanların Afrodit’i bu. Görenler iç geçirirdi “Ne hatun ama…” O ise, bir baksan yaramaz kız bir baksan bilge kadın kıvamında, “Hayatla flört edeceksin en başta,” diyerekten göz kırpıp kalabalıklar arasında gözden kayboluverirdi. Hayâl mi gerçek mi belirsiz. Adeta bir şiir tadında.
Seneye buluşmak üzere sevgili Datça. Bu arada çok meşhur oralarda, ballı bademli dondurmasından yemeden dönmeyin ha.
Buluşmak Üzere
Diyelim yağmura tutuldun bir gün
Bardaktan boşanırcasına yağıyor mübarek
Öbür yanda güneş kendi keyfinde
Ne de olsa yaz yağmuru
Pırıl pırıl düşüyor damlalar
Eteklerin uça uça bir koşudur kopardın
Dar attın kendini karşı evin sundurmasına
İşte o evin kapısında bulacaksın beni
Diyelim için çekti bir sabah vakti
Erkenceden denize gireyim dedin
Kulaç attıkça sen
Patiska çarşaflar gibi yırtılıyor su ortadan
Ege denizi bu efendi deniz
Seslenmiyor
Derken bi de dibe dalayım diyorsun
İçine doğdu belki de
İşte çil çil koşuşan balıklar
Lapinalar gümüşler var ya
Eylim eylim salınan yosunlar
Onların arasında bulacaksın beni
Diyelim sapına kadar şair bir herif çıkmış ortaya
Çakmak çakmak gözleri
Meydan ya Taksim ya Beyazıt meydanı
Herkes orda sen de ordasın
Herif bizden söz ediyor bu ülkenin çocuklarından
Yürüyelim arkadaşlar diyor yürüyelim
Özgürlüğe mutluluğa doğru
Her işin başında sevgi diyor
Gözlerin yağmurdan sonra yaprakların yeşili
Bi de başını çeviriyorsun ki
Yanında ben varım
Can Yücel