“Bir insanın devinimlerinin yöneldiği amaç, o insanın çocukken dış dünyadan aldığı izlenimlerin etkisi altında gelişip ortaya çıkar” diyor Alfred Adler.
İnsandaki saygınlığa kavuşma eğilimi daha yaşamın ilk günlerinden itibaren oluşmaya başlar. Anne babasının dikkatini üzerine çekmeye çalışan, onları zorlayan bir eğilim görülür çocuklarda. Bu tür davranışlar aşağılık duygusunun etkisiyle oluşur ve çocuğu çevresine karşı bir üstünlük duygusuyla donatacak bir amaç saptamaya iter. Amacın belirlenmesi, kendisine ulaşılması durumunda insana başkaları karşısında bir üstünlük sağlamış olur ya da bu amaç doğrultusunda insanın kişiliği o denli yüce bir aşamaya çıkabilir ki, hayat yaşamaya değer görülür. (*)
İnsan hayatındaki devinim, süt çocukluğu döneminden itibaren başlar ve yaşam boyu devam eder. Amaç yolda değişir, farklılaşır, bazen yolunu şaşırır, ama daha çocukluk döneminde temelleri atılan yaşam amacı ve ruh ikilisi aslında daima birlikte yol alır. Amaç yolunu şaşırırsa ruh da yolunu şaşırır. Ve bu durum insanın var olma nedenini, mutluluğunu ve hayatını sorguladığı dönemlerden geçmesine neden olur.
Devinim, hayatı ve anları şekillendirir. Bu anlar her bir birey ve onu kuşatan toplum için bir etkileşim bulutudur, birbirimizi etkilediğimizi bazen somut olarak göremesek de aslında bunun hayata yansıması toplumsallıktır.
Toplumsallık duygusu gereği insan, yaşadığı çevrede ve yaşadığı çevreyle var olur. Çevresi değiştikçe değişir, çevreye uyumlanır ya da isyan eder. Yani bireysel olarak yaptığımız her şey topluma o veya bu şekilde etki eder. Bu etki bizim kişisel gücümüzdür, karakterimizin dünyaya yansımasının gücüdür. Yaşam amacımızın kendini hatırlatmak üzere yarattığı etkidir. Ailemize, toplumumuza ve dünyaya yansıttıklarımızın etkisi, bizim kişisel gelişimimizin kalitesine bağlıdır.
Bence dillere yerleşmiş fakat manası atlanmış kişisel gelişim klişesinden öte, aslında ‘Kişisel Devinim’ önemlidir, hayatidir.
Bu uğurda, emek sarf eden, kendini, insanları tanımaya çalışan bir çaba üzerine konuşacak ve yöntem arayacak olursak, benim de inandığım eski bir öğretiyi hatırlamakta fayda var, ‘Bilgi öğrenilmez, hatırlanır’.
Bazen bir anda olan biten ya da yıllarca süregelen, hızla değişen yahut bir türlü değişmeyen olayları, bizi yerle bir eden ya da uçuran duyguları anlama yolunda, ben de aslında var olduğumdan beri bildiğim(!) hayat amacımı hatırlamaya, bunu zihnimde resmetmeye ve amacıma uygun niyetlerimi beyan etmeye başladıkça, onlara daha çok yaklaştığımı fark ettim. Bunu şahane sözüyle şöyle anlatıyor yazar Richard Leider (Amerika’nın önde gelen yönetici koçlarından biridir) ‘Amacın hatırlanması aslında onun bulunması demek değildir, onun kilidinin açılmasıdır.’
Peki bu kilidi nasıl açabiliriz?
En esaslı yerlere, yani yeteneklerimize, tutkularımıza ve değerlerimize bakarak.
Richard Leider’in yöntemine göz atarak ilerleyelim:
En güçlü inançlarımız bize yol gösteren ipuçlarını bize verir.
Amacımız üzerine düşünürken bize yol gösterecek olan en önemli detaylar inançlarımızda gizlidir.
Ve şimdi kâğıdı kalemi elimize alıp bu soruları kendimize soralım;
En güçlü inançlarım neler?
Toplum: Diğer insanlara karşı sorumluluklarınızın ne olduğunu düşünüyorsunuz?
Hizmet: Hayat bugün sizden ne istiyor?
Değerler: Ne için yaşıyorsunuz?
Miras: Hayatınızın mirası ne olacak?
Bilgelik: Hayatınızdaki yaşlı bilgeler kim? Tavsiyeleri nelerdi?
Merhamet: Doğası ve önemi üzerine ne düşünüyorsunuz?
Yetenekler: Gerçekleştirirken kendimi iyi hissettiğim ve başkalarında etki yaratabildiğim yeteneklerim neler?
Kaynak: Bir Tanrı, Üstün Varlık ya da Daha Büyük Güç kavramınız varsa sizce sizi bekleyen Kaynak nedir?
Bu güçlü inançlarınızı şimdi de aslolan bir amaç beyanı yazmak üzere kullanın:
Sabahları ……………………………………………………………………………………… için kalkıyorum.
Bu beyanı yapmak kolay değil, fakat kendinizi anladıkça ve devinim için cesaretinizi topladıkça kolaylaşacak.
En az 1 hafta boyunca bu beyanı yazmayı ve tekrar yazmayı deneyin.
Anlam için, amaç için, hayat için.
Sevgiyle…
(*) Alfred Adler, İnsan Tanıma Sanatı kitabından alıntılar içerir.
Gülçin Gürses Eroğlu