Gün batıyordu. Plaj boyunca yürüdüm. Güneşin son ışıkları ufukta sökmeden yürüyüş yapmak istiyordum. Yürüyüş hem spor oluyor hem de yaşamı duyumsamak oluyor. Bellek daha iyi çalışıyor. Anılar birbirini izliyor. Pek çok yaşam kararlarımı böyle uzun yürüyüşlerimde almışımdır. Birçok yazı taslağı da hep bu yürüyüşlerimin meyvesi olmuştur. O yüzden zengin bir zaman parçasıdır benim için yürüyüşler. Kendi başıma kalmak. Bir iç hesaplaşmaya gitmek. Yılların iyi kötü muhasebesini yapmak.
Ayağımı soktum, hemen çektim. Deniz soğuktu. Dalgaların kıyıya vuruşunu seyrettim. Ilık rüzgâr yüzümü okşadı. Yaşam böyle sürecek mi? Yıllar geride mi kaldı? Nasıl yaşadım kendi zaman parçamı? Tümünü bir anda canlandırmak güç. Bugün, yarın! Ne değişir? Zamanın en değerli nesne olduğunu bil, ona göre uğraş, didin! Kısacık bir yaşam var, öylesine kısa…
Kopuk filmler gibi anımsıyorum yaşamımı, yer yer, zaman zaman. Bir film şeridi gibi geçiyor eski anılar. Eski günleri hep bir nostaljiyle hatırlıyorum. Benim çocukluk evim kalabalıktı. Anneannem, dedem, babam, annem, erkek kardeşim, komşular, okul ve mahalle arkadaşları ile geçen çocukluk yılları.
“Yaşlılık batık bir gemidir” demiş General de Gaulle. Batık bir gemi suyun içinde kolay kolay dağılıp gitmezmiş. Olduğu gibi dururmuş yıllarca… Uzaktan baktın mı her şey yerli yerinde görünürmüş. Nerdeyse su yüzeyine çıkıp eski günlerindeki görkemiyle yol alacak gibi dururmuş. Ama bir iri balık gelip çarpsa, ya da bir dalgıç yanına yaklaşsa, dağılıp gidermiş. Gömülürmüş derinliklere.
Anımsanan yıllar bellekte batık bir gemi mi? Olayları yaşarken ne yazık ki göremiyoruz, o anı gereğince değerlendiremiyoruz. Ancak zaman geçince, anılarda kendimizi buluyoruz. Kendimizin dışında bir göz, bir yürek olarak.
Aynada yıllar öncesindeki gibiyim. Çok buruşma yok yanaklarımda. Ayaklarım sağlam. Uzun uzun yürüyüşlere çıkacak gibiyim daha. Koşabilirim kıyılar boyunca. Güneş gibi bir sevinç var içimde.
Bir masala benziyor her şey şimdi. Ben mi yaşadım, yoksa bir filmde mir gördüm yaşadıklarımı? Yaşam hep anımsama mıdır? Yaşanan, bir an sonra anı oluyor. Varsa yoksa iç dünyalarımız. Hepimizin kendi evreni. Bazı şeyler vardır yalnız bizimdir. İçimizde saklı gömülüdürler. Derinlerde gizlidir. Örneğin bir penceredir. Oradan bakan kız çocuğudur. Anımsadıkça bir parantez açılır, bir bir yaşanır kırk, elli yılın olayları.
Parça parça geliyor anılar. Bölük pörçük. Anı mı? Hayır, yaşamımın bir parçası…Yaşamak her şeyden önce bir birikim yaratıyor. Yılların, yaşanmışlıkların, bir olayı yaşamanın tanıklığı ile gelen bir tarihi birikimi yaratıyor. İçinde iyisi de kötüsü de olan bir yığın anıyı barındırıyor. Çünkü yaşam dediğimiz o olağanüstü deneyim içinde kimi zaman sevinci, kimi zaman hüznü, kimi zaman umudu ve kimi zaman acıyı barındırıyor. Belleğin derinliğinde, bellek altında saklı kalmış, tozlanmış bir takım yaşam parçacıkları en beklenmez bir anda çıkıyor yüzeye. Benim içimde de, daima benimle yaşayacağını zannettiğim birçok şey yok oldu. Onların yerini alan yenileri ise, o sırada tahmin edemeyeceğim yeni kaygılara veya yeni mutluluklara yol açtılar. İşte bu yürüyüşlerimde içinde bulunduğum zamandan gerilere gidiyorum.
İnsan zamanla değişiyor. Çevremiz de bizim gibi değişime uğruyor, yaşlanıyor. Eşyalar, kalemler, daktilolar. Nerede o eski daktilolar, hesap makineleri, dikiş makineleri… Eski yaşamlar. Televizyonun evlere konuk olmadığı yıllar, o aile sohbetleri. “Bir maniniz yoksa annemler size gelmek istiyorlar” diye komşuya haber yollanan o çocuklar. Bizlerden sonra ne kalacak geriye? Sosyal kişiliğimiz başkalarının bizim üzerimizde yarattıkları düşünceler değil midir? Birkaç yakının, dostun belleğinde bir iki parçamız. Belki bir gün söylediklerimiz, sohbetlerimiz…
Yürüdüm. Kumsal boşaldı. Gün sıcaklığını yitirdi. Bir saatlik bir yürüyüş. Deniz köpük köpük. Güneş çekilirken sofrayı kuran bir kadın. Buz gibi bir rakı, salata. Ya da beyaz şarap, balık. Her şeyi, herkesi, kendilerini unutarak… Yaşanacak olan o tatlı yazın akışına bırakarak kendilerini…
Raşel Rakella Asal
Ağustos, 2018