Sevgili Nevin ile Akademi Kitabevi’nde tanıştık. İstanbul’un önemli bir mekanıydı, şimdi yok, o da kapandı. Yaşamasını istediğim bir mekandı.
Nevin ile arkadaşlığımız uzaktan devam etti, o İsviçre’de yaşıyor. Ve benim gibi o da neşeli, renkli, deli bir kadın. Yazları Bodrum’a geliyor. Şimdi Bodrum’da buluştuk. Dergimizde bir yazısını yayınladık geçtiğimiz günlerde, yani o da bir #martıdaş artık. Geçen hafta İle Kitabevi’nde ilk romanının imza gününe katıldık.
Ve bir ilk roman röportajı gelsin o zaman. Ben Bu Bir Kalp Değildir romanını severek okudum, duygunun duygularıyla duygulandım. Haydi önce röportajı okuyun, sonra da romanı okuma isteği duyacağınıza eminim.
Sizi okurlarımız tanısın isterim. Nevin Tali Ölçer kimdir? Neler yapıyor?
14 Haziran’da doğmuş (yani bugün doğum günüm), 1972 yılından beri İsviçre’de kök salmış, çevirmenlik eğitimini Zürih’te tamamlamış bir Eskişehirliyim. Edebiyat çevirmeniyim. Dillerim Almanca, İngilizce, Fransızca ve İspanyolca. İki çocuğumuz var. İyi ki varlar. 2013’ten beri güneşiyle, deniziyle, büyüleyici doğasıyla beni baştan çıkarmayı becermiş olan Bodrum’da da yaşıyorum. Eskişehir, Bodrum, Zürih üçgeninde geçiyor günlerim, aylarım ve yıllarım. Çeviriler sayesinde edebiyatla haşır neşir olmak, yazdıklarımı, aldığım notları, düşüncelerimi, deneyimlerimi derleyip bir romana ve öykülere dönüştürme cesaretine ve hedonistliğine kaptırdı beni işte sonunda…
Çok ünlü, güçlü yazarların kitaplarını Türkçeye çeviriyorsun. Bir yazar olarak etkilendiğin yazarlar kimler?
Evet, Stefan Zweig, Franz Kafka, Stephen King gibi derin, çılgın ve uçsuz bucaksız yazarların eserleri de var çevirilerim arasında. Birçok yazardan etkileniyorum, zira okuru bir şekilde bir ara bir yerinden yakalıyor, yarasına dokunuyor, ruhunu okşuyor kalemi iyi yazarlar… Aslında hayatımızın her evresinde farklı yazarlardan etkileniyoruz. Hayatta başımıza gelenler yazar zevkimize de yansıyor. Klasik dünya edebiyatının vazgeçilmez eserlerinin yaratıcıları Tolstoy, Dostoyevski, Zweig, Hugo, Hemingway gibi ölümsüzlük mertebesine erişmiş olan yazarlar, satırları her anlamda evrensellik içerdiği için çoğu okurda iz bıraktıkları gibi beni de sarıp sarmalıyor ya da ezip geçiyorlar. Günümüz yazarlarından yazın tarzıyla ruhuma çok hitap eden memleketlim, İsviçreli bir yazar var: Peter Stamm. Kuru, soğuk, İsviçrelilere haz bir dille akılda kalıcı eserler doğurduğu için adeta kıskanıyorum onu. Max Frisch ve Paul Auster de eserlerini zevkle okuduğum yazarların sadece birkaçı. Türk yazarlar arasında seçim yapmakta zorlanıyorum. Birçok yazarımız farklı güzellikte kitaplar kaleme alıyor, insanımızın zihniyetini anlatıyor sözcükleri. Hayran hayran okuyorum.
Hangi dilden dile çeviriler yapıyorsunuz? Türkçeden hangi dile kitap çevirmek istersiniz?
Şimdiye kadar Almanca ve İngilizceden Türkçeye çeviriler yaptım. Şaka gibi ama Türkçeden Schweizerdeutsch’a (İsviçre Almancası) çeviri yapmayı denemek isterdim. Çok eğlenirdim herhâlde.
“Bu Bir Kalp Değildir” Kitabın adını nasıl seçtin?
Kitabın ilk adı ‘Duygusal’ idi. Sonra ‘Çılgın bir duygu’ oldu. Romanın içeriği mutasyona uğradıkça adı da değişti. Bir gün bir arkadaşla konuşurken doğdu son adı. Gerçeküstücülük akımının en önemli temsilcilerinden olan Belçikalı ressam René Magritte’in ‘İmgelerin İhaneti’ isimli çalışmasından bahsediyorduk. O çalışması objelerin göründüklerinin dışındaki anlatımsal kullanımına örnek oluşturur (‘bu bir pipo değildir’ yerine ‘bu bir kalp değildir’). Hatta Fransız filozof Michel Foucault’nun ‘Bu bir pipo değildir’ adında bir kitabı var. Gördüğümüz, gördüğümüz müdür? diye sorar kitabında.
Bu romanı yazmaya iten şey neydi? Ne zaman karar verdiniz yazmaya? Süreçte zorlandığınız anlar oldu mu?
Hayata ve insana dair zaman zaman almış olduğum notlar artık derle bizi! diye bağırmaya başlamışlardı kâğıtların içinden. Kaostan kurtulup düzene geçmek istiyorlardı adeta. 4-5 yıl önce derlenmeye toplanmaya başladılar kalemimle. Zorlandığım anlar olmadı. Bu süreçte karakterler benim gibi farklı ruh hallerine girdiler, yıllar içinde ben değiştikçe onlar da değişti. Benimle büyüdüler, benimle geliştiler. Önemli olan doğum değil hamilelik süreciydi. Çok keyif aldım, eğlendim onlarla ve başlarına gelenlerle. Gittiğin yer değil, yolculuktur ya güzel olan…
Yazma sürecinde nasıl çalışıyorsunuz? Ritüeller var mı?
Ancak yalnızsam yazabiliyorum, yaratıcı olabiliyorum. Karakterlerim yanımda başkaları olduğu zaman bir hiç oluyorlar, pasifleşiyorlar. Dolayısıyla ben de pasifleşiyorum.
Bizim sohbetlerde kitabın kahramanlarını yazarından dinlemeyi çok seviyoruz. Kitabın kahramanlarını bize tanıtır mısınız? Duygu nasıl biri?
Duygu duygusal olsa da aslında ayakları yerde, güçlü bir kadın. Sadece her insan gibi onun da bir zayıf noktası var: tutku, bağımlılık. Güçlü insanların zayıf noktalarının da o kadar güçlü olduğuna inananlardanım. Eğer Eduardo ile evliyken Bülent tekrar karşısına çıkmış olsaydı Duygu nasıl bir çılgınlık yapardı diye düşünmeden edemedim. İyi ki de çıkmamış… Eduardo olgun, Duygu’yu çok seven bir adam. Aslında uyumlu ve mutlu bir çift var karşımızda. Zayıf noktalarımızı karikatürize etmek adına, kitapta Duygu’ya ikinci bir yaşam versiyonu yarattım.
Romanın kahramanı Duygu, hayatımızın belirleyicisi duygu konusunu merkeze almışsın, sizin hayatınızda duygularınızın yeri nerede?
Duygularımızın bizi yönettiğine inanıyorum. Ben de herkes gibi duygu ve mantık mücadelesinin içinde buluyorum kendimi çoğu zaman.
Duygu karakterinde Yazar Nevin ne kadar var oldu? Kendi hayat felsefenizi yaratabildiniz mi?
Duygu yapı itibariyle bana benziyor tabii ki. Ne de olsa tanrısı benim. Hayatı mümkün olduğunca ciddiye almamamız gerektiğini düşünüyorum. Amor fati. Bir şeyleri düzeltmek için çabalamak ama olmuyorsa kabullenmek, başımıza gelen her tür olayı abartmadan dibine kadar yaşamak; gereğinde gülmek, gereğinde ağlamak, sızlamak ama bir yerde noktayı koymak… virgülü hayatımızdan çıkarmak…
“İsmin kaderindir” diyorsunuz Duygu karakterini anlatırken. İsmimizin üzerimizdeki gücünü nasıl fark edebiliriz? Bu konuda siz isminizle ilgili neler fark ettiniz?
‘nomen est omen’. Biraz öyle bence. Elbette tek faktör değil. ‘Nevin’ yeni anlamına geliyor Eski Farsçada. Ben yeni olan her şeye karşı ilgi duyan, meraklı bir kadınım. Bu ilgi adımdan kaynaklanıyor gibi. Çevremdeki insanlarda da görüyorum bu ilişkiyi sanki.
Filozoflar romanın içinde karakterlerin dilinden, sesinden bize ulaşıyor. Nietzsche, Machiavelli, Kierkegaard, Spinoza… Nasıl seçtiniz filozofları? Sizin filozofunuz kim?
Bu düşünürlerin felsefi düşünceleri zihnimde geçit töreni yaparlar zaman zaman. Severim onları. Tek bir filozofum yok ama Sartre kafama en yakın düşünürlerden biri.
Kitabın geçtiği dönemde Türkiye’de yaşananlar da, dünyanın farklı bölgelerinden izler de romanın içinde yerini almış, tarihte iz bırakan kötü olaylar özellikle. Sadece hatırlatmak mıydı amacınız?
Evet.
Bir anda şiirler çıkıyor karşımıza hikâyenin akışında. Çok da etkileyici. Nasıl karar verdiniz aşkı şiir ile anlatmaya?
Aşkın anası şiir değil midir? Onu besleyen, büyüten, hatta yoktan var eden…
Çok beğendiğiniz ezbere bildiğiniz şiirler var mı? Hangi şairlerden etkileniyorsunuz?
Şiir hafızam iyi değil ne yazık ki. İnsana ve hayata dair yazılmış, az sözcükle çok şey anlatan şiirleri seviyorum. İkinci Yeni şairlerinin çoğundan etkileniyorum. Ve tabii ki Neruda’dan ve Borges’ten… Şiirlerini orijinal dilinde okumak ayrı bir keyif veriyor.
Yıllardır yurt dışında yaşıyorsunuz, ülkemizle kıyaslıyor musunuz? Edebiyat alanında özellikle neler dikkatinizi çekiyor?
Kıyaslamıyorum. Her ülkenin kendine has olumlu ya da olumsuz özellikleri var. Elmayla armudu karşılaştırmamak lazım. Edebiyatçıların yaşadıkları ülkenin coğrafyasını, dilin inceliklerini, kültürel olayları eserlerine yansıtmalarına bayılıyorum.
Yazmak ve okumak dışında vaktinizi nasıl geçirirsiniz? Zaman ayırdığınız farklı uğraşlar, ilgi alanlarınız var mı? Günlük, haftalık planlarınız var mıdır?
Seramik işiyle uğraşıyorum zaman zaman. Bodrum’a çok yakışıyor sanatsal işler. Bir de boyamak, renklerle oynamak, boğuşmak (resim yapmak değil, çünkü öyle bir becerim yok) çok keyif verici bir şey. Tuvali boyamak dışında evde zemini bile boyuyorum, çok eğlenceli. Elime boya ve fırça verin, sonra tutmayın beni. Zamanı akışına bırakırım, plancı değilim.
En son okuduğunuz kitap nedir? Hangi kitapları önerirsiniz MartiDergisi.com okurlarına?
Şu günlerde sevgili Mine Söğüt’ün ‘Başkalarının Tanrısı’nı okuyorum. O kadar çok değerli yazar ve kitap var ki, hangisini önereyim diye zorlanıyorum. Onu okura bırakalım. Ama dünya klasikleri mutlaka okunmalı, özellikle genç nesil elinden cep telefonunu bırakıp, kitabevlerine ya da sahaflara gidip ‘okumaya değer’ kitaplar almalı. MartiDergisi.com okurlarına Sayfa 6’dan çıkmış olan keyifle çevirmiş olduğum Stefan Zweig’ın romanı ‘Sabırsız Yürek’i önereyim. Pişman olmazlar okuduklarına.
Romandan tadımlık…
zamanın acımasızlığından,
acının zamansızlığından,
bıkmayıp da ne yapayım!
1990 yılının ortaları.
İşe gitmek üzere arabada, sabah trafiğinde sıkışmış olduğundan, direksiyonda oturmuş, dışarıda yağan yağmura bakarken, düşüncelerle tıka basa dolu kafamdan neler geçmiyordu ki! Düşünmekten başka bir şey yapmıyorum galiba ben, herhalde mesleğim gereği…Abartıyorum bazen, farkındayım… Hiç bayılmıyorum bu huyuma!
Dışarıyı izlerken aklıma gelen şuydu: Bazı insanların dışlarından içlerine bakmaya çalışırız… Anlatırlar bir şeyler kendileriyle ilgili ama tüm sözcüklerle rağmen içlerini göremeyiz… Hala dışlarını aksettirmektedir sözcükleri…
Kitap Gar Yayınlarından yayınlanmış, 128 sayfa.
Sevgili Nevin kitabın yolu açık olsun, hak ettiği okura ulaşsın. Yeni öykülerini ve romanını merakla bekliyoruz.
Yasemin Sungur