Geçtiğimiz ay, Ukrayna uyruklu FEMEN grubunun Türkiye şubesi hakkında başladığımız röportaja, bu ay da Uçan Süpürge’den Selen Doğan ve feminist aktivist Nilberk Günay ile Türkiye’deki feminizm algısı üzerine konuşmaya devam ediyoruz.
Kamusal alanda kadın ve Uçan Süpürge
Uçan Süpürge’de siz her zaman sosyal projelerinizde kadınlar arası dayanışmayı ve motivasyonu vurguluyorsunuz. Peki, erken yaşta evlilik konusunda kadınlar arası dayanışma ve motivasyonun ne kadar yeterli olduğunu düşünüyorsunuz? Bunun hukuksal bir bağlamda olması gerekmiyor mu sizce?
Şimdi öncelikle dayanışmayı başlatan şey anne ile kız çocuk arasındaki ilişki. Bu ilişkinin sağlıklı bir şekilde tesis edilmiş olması, erken evlilikleri önleyici etken olabilir bunu bir tarafa koyarsak. Diğer taraftan toplumun ve ailelerdeki karar vericilerin motivasyonu da yine bir biçimde kadınların ezilmesinden besleniyor, gücünü biraz oradan alıyor çünkü kadınlar aile içinde daha tali konumlandıkları, daha değersiz ve gereksiz varlıklar olarak görüldükleri için alınıp satılabilir bir mal olarak görülebiliyorlar. Buna karar vericilerin tarafından baktığımızda, engellemenin yolunu aradığımızda hakikaten çok zor. Bu mücadele muhtemelen daha yüzyıl alacak bir şey. Diğer taraftan o kadınlara da ‘’işte sen bu evlilikleri önleyebilirdin, niçin engel olmadın’’ da diyemiyorum. Bu da bana çok haksızlık gibi geliyor. Kadınları suçlamak gibi geliyor çünkü kadınlar da anneanne, anne her kimse onlar o sistemin içinde o kadar çok öğütülüyorlar ki, o yıkıcı eril dilin içine hapsolabiliyorlar, oradan çıkamayabiliyorlar ve buna boyun eğmeye mecbur kalabiliyorlar. Pek çok erken evlilik ve zorla evlilik kararında annelerin, kadınların bir biçimde rolü, etkisi varsa, onayı varsa en azından bilelim ki bu onların gerçekten kötü insan olmalarından kaynaklanmıyor. Bu da onların o sisteme istemeyerek rıza göstermelerinden kaynaklanıyor çünkü evlilik dediğimiz şey biz sözleşme ama her zaman güçlü olanın ve iktidarda duranın kocayı işaret ettiği bir sözleşme. Dolayısıyla, hele ekonomik gücünüz, ev içinde dayanışma içinde olduğunuz başka insanlar yoksa kocanın karşısında yapayalnız ve çaresizsiniz. Direten biriyse daha da çaresizsiniz ve ‘’bu çocuk evlenecek’’ dediği zaman karşısına geçip de ‘’onu evlendiremezsin’’ diye kollarınızı açmanız o kadar kolay bir şey de değil. O yüzden ben kadınların suçlanmasından yana hiç değilim.
Türkiye’deki alt kimliklerden bahsettik. Sonuçta Türkiye sadece Türk kimliğinin yaşadığı bir ülke değil. Birçok alt kimliğin de kendini bulmaya ve gerçekleştirmeye çalıştığı bir ülke. Bunun yanı sıra alt kimlik ve kadınlar var. Hem kadın ve hem de alt kimlikten olmak da oldukça zor bir şey. Siz yine çok dilli bir proje gerçekleştirdiniz; beş dilde yaptığınız Kavşak Projesi. Bu proje bağlamında ne söyleyebilirsiniz?
Harika bir projeydi. Hatta içinden birkaç proje daha çıktı hatta diyebilirim. Bir tanesini bu sene gerçekleştireceğiz. Yine insan hakları ve farklı etnik kimliklerden kadınların katılacağı bir yayın projesi olacak. Kavşak, farklı kültürlerin ve dillerin bir araya gelip kaynaştığı ve kesiştiği bir yerdi. O kesişim noktasında da kadınların gündelik yaşamda yaşadığı her şey vardı. O zamana kadar kendi dillerinde ifade edemedikleri ne kadar çok problem ya da iyi şeyler de varsa onları da anlatmalarına fırsat veren bir şeydi. Bütün bunların yanında bize belki de şunu gösterdi. Biz şimdi bu ulus-devlet anlayışıyla, tek dil tek millet gibi son derece faşist cümlelerle kuşatıldığımız için, o kadınların kendilerini ifade etmeleri, konuşmaları, iletişim kurmalarında tek bir dile mecbur kalmamaları ve kalmayabileceklerini de gösterdi. Sivil toplum bunu itiyor ve bu süreci devlet desteklemiyor falan ama keşke desteklense. O kadınlar da görünür olacak, onların da problemlerine çare bulunacak. Bunları göstermesi bakımından bence çok önemliydi. Bir şekilde ne kadar sonuç alındı, kaç kişi seyretti bilmiyorum ama TRT Kanalı onu yayınladı. Tabii TRT’nin yayın politikası gereği sabah 7’ye çeyrek kala yayınlandı.
Uçan Süpürge sadece ulusal sınırlar içerisinde değil de uluslararası sınırlarda da kadın hakkında bir şeyler yapmaya çalışıyor. Bunlardan biri de Merhaba Komşu Projesiydi. Bu projede de Türkiye’nin komşu ülkeleri ile ilgili bir şeyler yaptınız. Peki, bu proje ile ne kazandınız ve bunun devamı gelecek mi?
Onun devamı da gelecek. Merhaba Komşu Projesi şöyle bir ihtiyaçtan doğdu. Biz bir coğrafyada yaşıyoruz ve Uçan Süpürge çok kavşakta duran örgütlerden bir tanesi. Yurtdışından çok konuklarımız olur her sene araştırmacılar, akademisyenler, gazeteciler, siyasetçiler gibi. Onların hepsi de bize bir şeyler getirirler. Ya bir deneyimi alıp getirirler, ya orada duydukları bir hadiseyi anlatırlar. Biz de ya işte okuduklarımız ya da onların anlattıkları üzerinden biliriz başka ülkelerde kadınlar ne yapıyor. Biraz kendimiz biz bizzat oradaki kadınlardan dinlemek istedik, acaba komşu ülkelerde kadınlar ne yapıyor, yani siyaset alanında ne yapıyorlar, istihdamda ne durumdalar, haklara erişim bakımından iyiler mi kötüler mi. Böyle kıyaslamalar yapmamız gerekiyor bazen bölgesel olarak. Buna İran’la başladık. İlk komşu ülke olarak İran’ı seçmiştik. O zaman bir günlük bir toplantı yaptık İranlı iki kadın milletvekiliyle ve kamu yönetiminden ya da hatırladığım kadarıyla sivil toplum örgütünden birer kadınla. Onlarla burada Türkiye’deki deneyimleri ortaya koyduk. İran’daki deneyimleri dinledik ve böyle hoş bir şey yaptık. Devamı da gelsin, arzuladık ama çok mümkün olmadı teknik açıdan o zaman. Ama bunu mutlaka her sene gündeme getiririz. Başka ülkelerde var gidip görmek istediğimiz Gürcistan, Ermenistan gibi çünkü bölgesel olarak her deneyimde aslında güçlendiriyor kadınları. Komşularda iyi bir şey varsa, uygulanabilir bir politikaysa onu buraya taşımak ve savunuculuğunu yapma anlamında iyi bir şey olabiliyor.
Hep politikadan, hukuktan ve kadının sosyal anlamdaki yerinden bahsettik. Bir de bu işin sanat alanı var. Sanat alanı dediğimizde insanın en çok hümanist olduğu, eşit olduğu ve hiçbir ayrımcılığın gözetilmediği bir alandan bahsediyoruz. Yalnız, burada da kadınların bir eksikliği söz konusu. Kadınlar bugün sanat alanında kendini gerçekleştirmeye çalışıyor. Peki, siz kadının sanat alanında kendini gerçekleştirmesi ve varlığını sürdürmesi hakkında ne düşünüyorsunuz? Siz zaten Uçan Süpürge olarak film festivalleri, kısa film gösterileri yapıyorsunuz ama bu daha nasıl sürdürülebilir?
Sanat kadınların yaşamında dönüştürücü etkiye sahip araçlardan bir tanesi; belki de en önemlisi. Film festivalleri düzenleyen ve kadın yönetmenlerin filmlerini ağırlayan bir örgüt olarak söyleyebiliriz ki sanatla aslında devrim de yapılır. Zaten kadın yönetmenlerin neleri sinemalarına yansıttıklarına baktığınızda orada da bütün bir ömür mücadelesinin izlerini görüyorsunuz. Zannedilir ki kadın filmleri festivali yapıyoruz sanki bütün filmlerimiz böyle kadın sorunlarından bahseden, ağlak, sıkıcı filmler. Hiç de öyle değil. Bizim gösterdiğimiz filmler Hindistan’da yer altı sularını kirleten çokuluslu şirketlere karşı kadınların verdiği mücadeleden de bahseder, kadının ev içindeki yalnızlığı ve mutsuzluğundan da bahseder, bir sürü komediyi de içinde barındırır, o mücadeleyi, sertliği de içinde barındırır, savaşları ve hak mücadelelerini de anlatır. Yani aslında hayata değen her şey kadın yönetmenlerin filmlerine konu oluyor. Bu anlamda bence çok önemli. Ben hep kadınların, bazen derler ya işte hani ‘’çok konuşuyorlar’’, o sürekli konuşma ihtiyacının hep şundan kaynaklandığını düşünürüm: evde bu kadınlar yalnız.
Bu kadını dinleyen kimse yok, evde televizyon karşısında oturan aile bireyleri var. Gerçekten o kadınlar çok yalnızlar ve işte o yüzden bu kadınlar günler, apartman buluşmaları, eş dost gezmeleri yapıyorlar. Çünkü gittiklerinde orada konuşma fırsatı buluyorlar. Bunu da herhangi bir sanatsal alana kanalize edebildiklerinde inanılmaz başarılı oluyor kadınlar. Sanat da bir sabır işi nihayetinde ve kadınlık da bir sabır işi son tahlilde. Yıllar önce şöyle söylemiştik. Dünyada 20 bin erkek yönetmen, sadece 600 kadın yönetmen var, ‘’niye’’ diye sormuştuk. Çünkü aslında orada başka bir güç ve ekonomik ilişkiler hâkim ve erkekler daha böyle piyasa kurallarına uygun hareket edebildikleri için daha rahat bir alan ama kadınlar için bu çok daha zor. Özetle, sanat zor, pahalı ve daha çok mücadeleyi gerektiren bir alan, tıpkı kadınların gündelik yaşamı gibi.
Kadın olarak sanat alanında var olmak zor, hukukta var olmak zor, aslında kadın olmak zor. Bu zorluklardan biri de sizin zaten Yerel Muhabirler Ağını da ilgilendiren medya alanı. Kadın olarak medyada çalışmak da çok zor. Uçan Süpürge olarak medyada çalışacak kadın öğrencilere öğütleriniz ve önerileriniz neler olabilir?
Yıllar önce Orhan Pamuk’un Kara Kitap’ını okurken onun kitabın bir bölümüne yazdığı bir epigraftan hatırladığım ‘’Genç Gazeteciye Nasihatler’’ diye çok eski bir kitaptan bahsetmişti. Hoş, o kitabı bulamamıştım ama zaman içinde bizim de böyle kendi kendimize ve başkalarına önerilerimiz, nasihatlerimiz olmaya başladı. Öncelikle çok iyi bir medya okuryazarı ya da takipçisi olmamız lâzım, hepimizin çünkü medya bize her zaman bir sürü ipuçları verir, yaşamı farklı bir yerden gösterir veya aynı yerden gösterir; biz onu farklılaştırmaya çalışırız. Yazar Alev Alatlı bir röportajında şöyle demişti: ‘’Ben bütün magazin eklerini okurum gazetelerin çünkü çok önemlidir, onlar açık istihbarattır.’’ Hakikaten öyledir. Bir ülkede ne olup bittiğini anlamak istiyorsanız o ülkenin medyasına bakmanız lâzım. Bizim gibi sosyal bilimler alanından gelen insanların mutlaka medyayı takip etmesi lâzım. Ama tabii sadece böyle bir ekrana boş boş bakmak değil; hakikaten eleştirel bir tonda bakmak, not almak, o mekanizmaları değerlendirmek, okur temsilcisine mektup yazmak, diğer şikâyet mercilerini aramak vesaire gibi daha aktif katılımlı bir seyirci olmamız lâzım. Mutlaka gazete okumamız lazım; içeriği, politikası, ideolojisi ne olursa olsun. Hatta çaprazlayarak okumamız lâzım. Örneğin; bir çocuk gelin haberini daha muhafazakâr bir gazete nasıl veriyor, daha solda durduğunu söyleyen bir gazete nasıl veriyor, liberal bir gazetede bu nasıl haber oluyor? Bütün bunları okurken kıyaslamamız çok kolay. Üstün bilgileye sahip olmamıza da gerek yok analize falan. Dolayısıyla önce medyayı takip edeceğiz ama başka bir gözle, başkalarının medyasını da takip edeceğiz daha alternatif yayınlara yönelmek de bence çok önemli, hoş bir şey. Sonrası da istiyorsak eğer yazmaya başlamak, devam etmek. Tek söyleyebileceğim bunlar olur; takip etmek ama boş boş değil, işin içini deşerek takip etmek. Bence her şey orada düğümleniyor.
Ukrayna uyruklu FEMEN grubunun Türkiye şubesi ve Türkiye’deki feminizm algısı üzerine Uçan Süpürge’den Selen Doğan ve feminist aktivist Nilberk Günay ile röportajımızın üçüncü bölümü sizlerle buluşmaya devam ediyor.
FEMEN Türkiye Etkisi Ve Kadın Aktivizmi
Medya açısından sanırım hepimizin beklediği o an geldi. FEMEN Türkiye ofisi sonunda açıldı. Bir yandan endişeli bir yandan da heyecanlıyız. FEMEN sizce neler yapabilir Türkiye’de?
Bizim her şeyden önce bir demokratik hak arama kültürümüz olmadığı için demeyeceğim ama bu kültür çok belli yerlerde olduğu ve toplumun genelinin bundan haberdar olmadığını bildiğim için öyle şeylere çok şans tanıyamıyorum maalesef ülke genelinde. Türkiye için çok radikal bir şey tabii ki bu. Kadınlar için de yeni bir ses ve soluk. Ancak bunun sürekliliği konusunda şüphelerim var. Daha ilk hafta üyelerden Didem FEMEN’den ayrıldı. Bu konuda o kadını suçlamıyorum tabii ki çünkü eminim kendisi bir yerlerden tehdit aldı. Öyle olmasa bile bir şekilde korktu radikal İslamcılardan. Bu tür şeylerde direkt üyeleri değil de içinde bulunduğumuz toplum yapısını suçlamak daha yerinde diye düşünüyorum.
Ancak FEMEN’in genel görüşüne baktığımızda kendilerinin ateist bir bakış açısına sahip olduğuna tanık oluyoruz. Bu bakış açısıyla kendilerinin İslam’a saygılı olmasını beklemek feminizm açısından biraz absürt değil mi?
Bazen içinde yaşadığınız toplumun değerlerinin bilincinde olmanız ve bu anlamda ufak adımlar atmanız beklenir sizden. Göğüsler bizim için vücudun bir parçası olabilir ancak toplum için bu nü bir portredir. Ayıptır, seks demektir. Kadın göğsü cinselliktir. Bu tür bir anlayışın hakim olduğu toplumumuzda dine bu şekilde saldırmak ne kadar doğrudur? Feminist olduğunu söyleyen birçok kadın bile bugün Müslüman ülkemizde ve Orta Doğu coğrafyasında.
Bunun en büyük örneğini FEMEN’e karşı gösteriler yapan ve İngiltere’de yaşayan feminist Arap kadınlarından gördük. Bazı kadınlar göğüs göstermenin kadının kendini objeleştirmesi ve bu seks metasını yeniden üretmesi olarak algılayabilir. O yüzden FEMEN’in Türkiye’de dikkatli olması, kendilerine zarar getirebilecek aykırı protestolardan kaçınması gerekiyor. Başlarına bir şey gelirse herkesten çok biz üzülürüz.
Bu anlamda biraz post modern feminizmi de tartışmak gerekiyor sanırım. Sizce feminizm sadece akademide mi kalmalı? FEMEN bugün kimsenin yapamadığı bir şeyi yaparak, sokağa çıkarak dünyada sesini duyurdu. Sizce edepli bir akademik makale mi işimizi görür yoksa reel eylemler mi?
Post modern feminizm dünyada 70’li yıllarda sesini duyurmaya başladığından beri bu tartışma mevcut. Elbette kadınlar sokağa çıkacak, bangır bangır sesini duyuracak. Ancak bunu yaparken de içinde bulunduğu toplumun kültürel gereksinimlerinin ve kurallarının da farkında olacak. Bunu kendini kısıtlamak için değil, aksine kültürün getirdiği birtakım normları feminizmin içine yedirerek yapacak. Her kültürün kendi feminizmi vardır baktığımızda. Evrensel bir feminizm geçerli olamaz zaten sosyal psikolojiye baktığımızda da. Her coğrafyanın kadınlarının gereksinimi farklıdır. Bence FEMEN Türkiye de Türkiye’de yaşayan kadınların gereksinimlerinden yola çıkarak eylemlerini yaparsa bunun getirisinin daha fazla olacağı kanısındayım.
Aslında FEMEN post modern değil de ekstrem feminizm gibi yeni bir başlık altında incelenebilir. Yaptıkları akademik dünyanın çok dışında. Bununla birlikte büyük ses getiriyor ve bu eylemlerden sonuç alıyorlar. Peki, sizce Türkiye’de yaşayan kadınların gereksinimleri nelerdir ve FEMEN Türkiye bu konuda ne yapmalıdır?
Ekstrem sözcüğü içinde marjinal bir olgu barındırdığı için dışlar aslında bu kadınları. Şu an yaptıkları ekstrem olabilir ama gelecekte ne olacağını bilemeyiz tabii ki. Türkiye’de yaşayan kadınların öncelikle feminizm olgusunu öğrenmeye ihtiyaçları var. Bunu öğrendikleri vakit zaten gerisi kendiliğinden gelecektir. Demin de konuştuk ya feminizm nedir, ne değildir… İşte bu kadınlar bunu FEMEN’den öğrenebilirler. FEMEN bu kadınlar için sokağa çıkıp onlara feminizmi, eşitliği, barışı öğretebilir. Bu potansiyele zaten sahipler. Ancak bir anda sokağa çıkıp soyunarak ve diğer kadınların size katılmasını bekleyerek bu kadınları kaybedersiniz. FEMEN’in amacı kadınları kaybetmek değil, kazanmak olmalı. Umarım ileriki günlerde eylemlerini bu doğrultuda şekillendirirler ve Türkiye’deki kadınları da kazanırlar.