Belirsizlik

Sıkı durun açıklıyorum:

Bugün itibarıyla, NASA* uydularının tahminlerine göre evren şunları içeriyor:

Karanlık enerji: %72

Karanlık madde: %23

Bildiğimiz madde (ışık dahil): %4,6

İlginç olan iki nokta var, ilki, şu an evrende olan her şey yıldızlar, gezegenler, uygular, galaksiler, gökadalar vs, hepsinin toplayın, evrenin toplam içeriğindeki karşılığı %4,6. Ne muazzam.

İkinci nokta, yukardaki sayıları topladığınızda %100 etmeyip, ufak bir fark olduğunu görürsünüz. Bu fark henüz bilinmiyor. Koskocaman bir bilinmez. Yani en ufak bir fikirleri yok fizikçilerin buna dahil. Bir gizem daha.

Bilinmezlik insanı kimi zaman büyülüyor, kimi zaman hayrete düşürüyor. Bazen de dehşete. Önlem almak, kontrol etmek, ‘güç bizde’ yanılgısını yaşamak istiyoruz. Zihnin sesi gibi…

İÇ SES

Hepimizin kafasının içinde bir ses, içsel bir diyalog var, muhakkak fark etmişsinizdir. Fark etmedinizse “Ne sesi, kafamın içinde bir ses yok,” diyorsanız, işte bahsettiğim tam olarak bu.

Bu ses durmaksızın konuşur, içimizde biri varmış illüzyonunu güzelce yerine getirir.

Bazen olumlu şeyler söyler: “Hâlâ fıstık gibisin.”

Sıklıkla olumsuz “Ne zaman spora başlıycan?”

Bazen hayatı yorumlar “John’u aramalıyım.”

Bazen de hayatı tasnifler “Mary hayli eleştirel.”

Pekiyi ama neden bu sese ihtiyaç duyarız? Üstatlara göre iki nedeni var:

İçerde biriken enerjinin salıverilmesi gerek. İkinci neden ise tamamen bilinmezlik üzerine kurulu. Dünyadaki deneyim kendi yasalarıyla yürür. Bunu kontrol edemediğimizden, deneyimi sözcüklere dökerek düşünce âlemine taşırız. Bir nevi tampon bölge yaratırız. Burası nispeten kendimi güvende hissedeceğimiz bize ait bir dünyadır.

Nasıl mı? Dünyayı değiştiremeyeceğimiz için dünyayı kategorize eder, etiketler, yorumlar, eleştirir, yargılar, şikâyet edip kendimizi daha yetkili hissederiz.

Evrende henüz birçok şey keşfedilememişken, hatta keşfedilenler belirsizken, kendi minik dünyalarımızda kontrol hissi yaratmaya çalışmak beyhude olsa bile bir o kadar insani…

* Evren Avucunuzda

Şeyda Bodur

Önceki İçerikİK Neden Dijitalleşemez?
Sonraki İçerikBeden ve Ruh: Her Aşk Bir Devrimdir
Şeyda Bodur
Kendini anlatmak dünyanın en zor şeylerinden biri bence. Sürekli değişip dönüşürken, yaşam biteviye bizi şekillendirirken, sahi ben kimim? Değişmezlerim var mı, varsa neler? Dilerseniz beni yazılarımdan sizler tanıyın. Yine de beni heyecanlandıran kavramlar ortaya bırakayım, birer ipucu niteliğinde; Akdeniz, çiçekler, iletişim-İkizler burcu, Boğaziçi üniversitesi, kız kardeş, hak-miras, nezaket, ilk yaz, disiplin-aylaklık, Türk kahvesi, demli çay-simit, kiraz-karpuz, keyif, keşif, denge, dönüşüm, mistik, holistik, seyahat, sahici paylaşımlar, samimi sohbetler... Burada sadece yazmaktan ve okumaktan bahsetmek istiyorum. Neden mi yazıyorum? Biliyorum bencilce olacak, herşeyden önce bana iyi geliyor. Düşüncelerim netleşiyor, duygularım alan buluyor, sakinleşiyorum, sadeleşiyorum, “O”lanla hizalanıyorum, kendimi ifade ediyorum, üretiyorum, yaratıyorum, yüreğimi ortaya koyuyorum, yaşama katılıyorum, meydan okuyorum, “ben de varım” diyorum, belki ortaklık arıyorum ve daha nicesi...Satırlara sığmaz. Neden mi okuyorum? Sözü bir Usta’ya bırakmak istiyorum izninizle, ne bir kelime eksik ne bir kelime fazla... “Bütün iyi kitapların sonunda, bütün gündüzlerin, bütün gecelerin sonunda, meltemi senden esen, soluğu sende olan, yeni bir başlangıç vardır…” Edip Cansever

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz