“Basit yaşayacaksın, basit,
Sanki bir gün sona erecekmiş gibi basit…
Çay, simit ve peynirle…” demiş Nazım…
Ne de güzel demiş, öyle değil mi?
Uzun süredir “sade yaşamak”, “minimalizm” gibi kavramlarla ilgileniyorum. Daha doğrusu aslında sade yaşamın içindeymişim de bu felsefeden haberim yokmuş. Japonların öncüsü olduğu, ABD’de ve birçok ülkede önemsenmeye ve farkına varılmaya başlanan “minimalizm” aslında mimari yorumlama tarzı ya da sanat yaklaşımı olmanın çok ötesinde bir kavram… Bir yaşam biçimi…
Bizleri fazlalıklardan, gereksiz olan her şeyden, lazım olmayan kalabalıktan kurtaran bir yaşam biçimi. Aslında ‘sadeleşme’nin ta kendisi… Bunun belli bir kuralı yok. Uzun süredir okuduklarım, yazdıklarım, araştırdıklarım beni hep aynı kapıya çıkardı. Ben aslında sadeleşmenin içindeymişim.
Bu sadelik anlayışını öncelikle çok tutumlu olmak, cimrilik, hesapçılık, atarak müsriflik yapmak gibi kavramlardan arındırmak lazım. Önce işin özünü bilmek gerekiyor. Hazırsanız başlıyoruz:
- Mimimalizmle ilgilenmek için, hayatınızın çok karışık olması veya çok fazla şeye sahip olmanız, çok paranızın olması vb. gerekmiyor. Öncelikle “Gerçekten neye ihtiyacım var?” sorusunu soruyorsunuz kendinize ve sonrası iyi bir program ile kendiliğinden geliyor. İhtiyaç, kişiden kişiye, hatta kültürden kültüre değişeceği için bu konuda herkes standart olarak kendisini ele almalı. Böylelikle daha akıllı, bilinçli ve farkında olarak yaşamanın hazzına varmaya başlıyorsunuz.
- Minimalizm, yani sadeleşme birçok sosyal medya hesabında veya videolarda gördüğümüz gibi ‘atmak’tan ibaret bir anlayış değildir. Atarak sadeleşmek, minimalizmin felsefesinde vardır ama neyi nereye attığınızdan ziyade neleri elinizde tuttuğunuzdur önemli olan.
Dünyaca ünlü Japon yazar ve düzenleme uzmanı Marie Kondo, Derle, Topla, Rahatla kitabında hayatları kalabalıktan, fazla eşyadan kâbusa dönmüş kişiler için “at” diyor ancak hangi sırayla neleri atmanız gerektiğine nasıl karar verebileceğinizi ve yıllarca sakladığınız anlamsız şeylerden hangi sırayla ve nasıl kurtulmanız gerektiğini anlatıyor. Kitapta, bir evin sürekli olarak dağılmasının sebebinin eşya fazlalığından ve düzenleme eksikliğinden kaynaklandığını söylüyor. Çünkü, ihtiyacımız olsun olmasın birçok şey, obje, nesne, eşya bizi engelliyor ve enerjimizi de alıyor Kondo’ya göre. Marie Kondo, az, öz, yararlı olanı elinde tut, gerisini değil, diyor özetle.
Öncelikle, odaklanmamız gereken şey, her şeyin kendine özel bir yeri olması gerektiği…
Sahip olduklarınız size bir fayda sağlıyor mu?
Ya da haz veriyor mu?
Atacağınız şeyi neye göre seçeceğinize odaklanmaya başladığınız andan itibaren kendinize yeni bir yol çizmeye de önemli ölçüde karar vermiş oluyorsunuz.
- Sıra geldi somut olarak nelerin sırayla hayatımızdan çıkacağına karar vermeye… Önce kişisel olan eşyalardan başlamak kaydıyla; kıyafetler, aksesuarlar, ayakkabılar, kitaplar, kozmetik ürünleri, elektronik cihazlar, kağıtlar, bilgisayarla ilgili ürünler, ev gereçleri, ev için alınan malzemeler, mutfak ürünleri, süs/dekorasyon ürünleri, duygusal eşyalar gibi bir bir sıra ile gerekirse alt gruplara bölerek (çok çok parçalamadan) yığınlar halinde eşyalarınızı tek tek ele alıp değerlendirmek gerekiyor. Bunun sonucunda da atılacaklar, verilecekler, değerlendirilecekler ve kararsız kaldıklarınız olmak üzere 4 tane kategori oluşuyor. Eğer karar veremedikleriniz varsa, evin ayrı bir yerinde, bir kutu veya poşet içinde 6 ay saklıyorsunuz. Altı ayın sonunda bakın, eğer aklınıza geldiyse ve kullandıysanız, lazım demektir. Hiç aklınızın ucundan bile geçmesiyse, onun da vedalaşmak için sırası gelmiştir.
- Fazlalıklardan kurtularak başlanan bu yolculukta, gereksiz şeyleri hayatınızdan çıkardıkça hafiflediğinizi hissediyorsunuz. Eşyalarda sadeleşmeyi sınıflandırarak yapabileceğiniz gibi, evin odalarına göre de yapabilirsiniz. Bir gün banyoya el atarsınız, diğer gün mutfağa mesela. Biliyorsunuz ki, ne kadar az eşya, o kadar çok huzur ve rahatlık demek.
Fazlalıklardan kurtulmak aynı zamanda, başka ihtiyacı olanları da görmenize sebep oluyor. Bununla ilgili çok güzel oluşumlar, internet üzerinde gruplar, platformlar var. En basiti, mahalle muhtarınızdan bile birilerinin ihtiyacını görecek eşyaları nereye vereceğinizi öğrenmek mümkün. Yeter ki isteyin.
Sadeleştikçe azalıyor eşyalar ya, bir kanepe, bir televizyon, bir saksıda çiçek canlanmasın gözünüzün önünde hemen. Sadeleştikçe, elbette ki tekdüze sevimsiz bir otel odası görüntüsü yakalamak değil amaç. Bu yazdıklarım sizi korkutmasın. Sadeleşmek bir süreçtir, zaman alacaktır. Uzun uzun düşünmenizi sağlayacak, birçok şeyi de yoluna koymuş olacaksınız.
Sahip olduğunuz her objeye dokunarak sizde kalıp kalmayacağına karar verirken, aslında geçmişi yeniden yaşarsınız. Eşyalarla dürüstçe yüzleştiğiniz zaman, içinizde farklı duygular oluşur. Evinizi düzene koyup eşyaların sayısını azaltınca; hayattaki gerçek değerleriniz ve önceliklerinizin de farkına varmış olursunuz.
- Evet, ne diyorduk… Gereksiz, lüzumsuz eşyalardan da kurtulduktan sonra, minimalizmin özüne geri dönelim. Minimalizm, sanıldığının aksine iki parça giysiyle bir ömür geçirmek değil elbette. Ayrıca depolamak ve düzenlemek konularında bir uzmanlık da değil.
Örneğin, eve giriyorsunuz, ilk etapta derli toplu gibi gözükse de dolaplar, çekmeceler, sandıklar, bazalar, ağzına kadar doludur aslında. Bu dolap içleri gerçekten lazım mı değil mi diye de belki de yıllardır sorulmamıştır hiç. En fazla yılda bir kere yerlerinden çıkarılıp temizlenmiş, havalandırılmış sonra yeniden yerine konmuştur. Çoğumuz yapıyoruz bunu. İşte burada sadeleşmek devreye giriyor ve alan, enerji ve maddiyat kaybından bizi kurtarıyor.
- Sadeleşmenin temelinde Japonların olduğu kadar biz Türklerin de derin felsefesi mevcut: “Azıcık aşım, kaygısız başım” “Bir lokma, bir hırka” “Aza kanaat etmeyen çoğu hiç bulamaz” ve niceleri…
Sadeleşmede önemli bir dönemeç de kanaat etme. Hayatlarımızın ne kadar kalabalıklaştı öyle değil mi? Bu kalabalıklar yüzünden her gün daha fazla yoruluyor ve yıpranıyoruz. Kendimize ayıracak zamanımız bile kalmıyor. Sürekli bir yakınma içindeyiz… Etrafımızda hep “Tüket-Tüket” çılgınlığı var. Yalandan indirimler… Sevgililer günü indirimini kaçırdığına üzülüp, kadınlar günü indirimini bekleyip, elinde olan ürünlerden üçer beşer alıp stok yapanlar… İnternetten sürekli alıp alıp sonra aldıklarını koyacak yer bulamayanlar… Bir alana ikincisi bedava hileleri… Reklamlarla yapılan aldatmacalar… hep bizi daha fazla almaya ve tüketmeye, sonrasında da daha çok eşya ve daha çok borç sahibi yapmaya itmedi mi?
Bugün, bunların bize hükmetmesine izin vermiş olsak da aslında seçim bizim. Daha azını almak, daha az tüketmek, daha az harcamak, çevreye daha az zarar vermek, hatta hiç zarar vermemek, bizi daha bilinçli, daha mutlu yapacaktır. Bu yüzden hayatı sadeleştirmek, aslında bir yerde hem kanaat etmekten hem de vazgeçmekten geçiyor.
Her vazgeçiş, yeni bir başlangıçsa, ne dersiniz
Başlayalım mı?
Zeynep Kıyak
Yazı dizisinin ikincisi “Alışverişte Sadeleşme” için tıklayınız.
**Bu yazı dizisine devam edilecektir.**
- Ofiste Sadeleşme
- Sosyal Medyada Sadeleşme
- Alışverişte / Tüketimde Sadeleşme
- Beslenme Alışkanlıklarında Sadeleşme
- İlişkilerde Sadeleşme