“Vaktim olsa, daha kısa yazardım.” Anton Çehov
Ne güzel demiş. Ne zaman ucu bucağı belli olmayan cümleler, odak noktası veya amacı olmayan konuşmalara denk gelsem sınıflarımda, bu söz düşer aklıma.
Sahi, nokta atışı yaptıkları için sevmiyor muyuz zaten özlü sözleri, atasözlerini, deyimleri? Birçok tecrübenin ve yılların eşiğinden süzüle süzüle gelip, az ve özle ne kadar çok şey ifade ettikleri, ne kadar çok insana aynı anda dokunabildikleri için…
“Cumhuriyet kimsesizlerin kimsesidir.” ATATÜRK
“Güneş balçıkla sıvanmaz.” Anonim
Yasemin Hanım (Mart Dergisi’nin kurucusu, yayın yönetmeni), “İnsanlar artık okumuyor, özellikle sosyal medyada okuma oranları hızla düşmekte, var mısın makalelerini 250 kelimeyle sınırlamaya?” dediğinde içime hem tatlı bir heyecan hem endişeli bir telâş hali düşüyor; öyle ya severim meydan okumaları, beni sonrasında hep daha farklı bir konuma taşıyacaklarını bildiğimden. Peki bu kadar kelimeyle meramımı anlatabilecek miyim okurlara?
Sonrasında alıyor beni düşünceler, sahi daha azıyla yapabilecekken neden uzun uzun konuşup yazıyoruz? Anlaşılmama korkusu mu, içimizde ne yapacağımızı bir türlü bilemeyip yaratıcılığa dökmeyi beceremediğimiz enerjiyi konuşarak oyalamak mı, susarsak bizi rahatsız edecek olan kocaman boşluktan mı, dört nala kaçtığımız yalnızlık hissiyatımız mı, açık ve net olamayışımız mı? Bilemedim gitti.
Bir oyun gibi görmeye başlıyorum, daha kısa nasıl yazabilirdim? Hangi cümleler içimdeki coşkudan, paylaşma hevesinden, hangisi kırgınlıktan, hangisinde ders veriyorum haddimi aşarak? Nerelerde kendimi tekrar etmişim? Başlıyor ayıklama süreci.
AŞIK
Dost gerçekleri,
Düşman işine geleni,
Deli ağzına geleni,
AŞIK içinden geçeni söylermiş.
Özdemir Asaf
Dilerim adım gibi, Şeyda bülbül misali, hayata aşık, içimden geçenleri az-öz-hasından paylaşayım.
Siz kalbinizden geçenleri söylemediniz mi? Yazmadınız mı? E daha ne duruyorsunuz?
Şeyda Bodur