Anormal Röportaj
1970 yılında Adana’da doğdu. Uzun bir eğitimin ardından iç hastalıkları uzmanı bir doktor olduktan sonra, hayatı sorgulama ve kendini tanıma üzerine uzun süreçler yaşadı.
Gündelik hayatının koşturması içinde dahi her zaman içinde taşıdığı “gerçeği bulmalıyım” güdüsü, O’nu dur durak bilmeyen bir arayışa sürükledi. Yüzlerce kitap okudu ve katıldığı yurtiçi ve yurtdışı eğitimlerle aradığı cevaplara yaklaşmaya çalıştı.
Hayatı bütünsel görebilmek adına kendine kattıklarının artık bir bütünlüğe ulaştığını fark etti ve bu sentezin diğer insanların kendini bulma yolculuğunda yardımı olabileceğini düşünerek eserler üretmeye başladı.
Kazandığı deneyimleri ve bu hikayeyi milyonlara ulaştırmak için önce blog yazarlığıyla başlayan ardından da 7 adet kitaba ulaşan bir serüvene atıldı.
Kitaplarının yanında kişilere dokunarak bu deneyimleri paylaşmak amacıyla “Kendine Doğuş Atölyesi” ni kurdu ve şu anda hala doktorluk mesleğini sürdürürken bunun yanında ,“bireysel farkındalık seansları” “theta healing ile ideal kilo, ideal yaşam”, “kuantum düşünce tekniği”,“sağlığa holistik bakış” gibi eğitimleri veriyor.
İki kitabını okudum. Tüy Gibi Hafif ve Anormal Kitap. Bazen sen kitap okumazsın, kitaplar seni okur. Özellikle Tüy Gibi Hafif adlı kitabında bu hissi yaşadım. Kitabı okurken, O’na mutlaka sormalıyım dediğim onlarca soru geçti kafamdan. Bir kısmını buluştuğumuzda sordum fakat bilgi dediğimiz kaynak öyle bir derya ki, bir iki röportaja sığacak gibi değil.
Hani bazı insanlar vardır, sabaha kadar oturup konuşmak istersiniz, Erkan Sarıyıldız’da işte o insanlardan biri. Sadece ben mi böyle hissettim sorusunun cevabı, o gün sohbetimize eşlik eden sevgili Yasemin Sungur’la giriştiği sohbetle de netleşmiş oldu.
Kendisine Anormal Doktor diyor. “Kendinize neden Anormal diyorsunuz?” dediğinizde “Anormallik ve normallik dediğimiz şey nedir ki?” diye yanıt veriyor.
Gerçekten anormal dediğimiz şeyin normal olduğunu nereden biliyoruz değil mi?
İç hastalıkları uzmanı bir doktorun, kişisel gelişim eğitmeni olarak yola çıkması ve diğer yolculara da kılavuzluk etmesiydi belki anormal gibi görünen…
“Kitaplarımı kendim için yazıyorum” diyen bir yazar ile konuşurken fark etmemiştim, aslında bu röportajı en çok kendim için yapmışım. Konuşurken düşündüm, yazarken düşündüm, hayatıma giren insanlara bir de onun dediği gözle bakarken düşündüm. İç dünyama salladığım çengelli soru oltama takılan geçmiş yaşam anılarım, kalıplarım, kalıplarımız ve algılarımıza b’akıp kaldım. Bazen de, aldım sevdim tekrar yerine bıraktım.
Neyse, lafı fazla uzatmayayım, bu röportajdan sonra çok başka bir farkındalık yaşadığımı söyleyebilirim. Söyleşi boyunca ve daha sonra anladığım şey, Ünlü filozof Descartes’ın “düşünüyorum öyleyse varım” sözünün üstünden geçen bir yazı gibiydi. Düşünüyorsak insanız evet ancak ya hissettiklerimiz? Neden böyle dediğimi röportajımızı okuyunca anlayacaksınız.
Bir de size bir soru; biri gelip size harika ve çok başarılı bir yazar olduğunuzu söylese, ne düşünürdünüz? Her gün, her an kendi hikâyenizi yazdığınızı bilseniz, hayatınızda neleri değiştirmek isterdiniz?
Sevgili Erkan Sarıyıldız ile Suadiye’de bulunan çok hoş bir cafede gerçekleştirdik söyleşimizi. Cafe’nin adı anormal ( nereden baktığınıza bağlı) konuğum anormal, ben anormal, mekânın tasarımı anormal… (Hale Jale ve Bütün Mahalle ) Şahane bir delilikte gelişti tüm sohbet. Erkan Bey aynı zamanda bir baba ve bir eş olduğu için ona kendi kitabımı (Babalardan Babalara ) hediye olarak vermek istedim. Kitabımı aldığında, neden aldığını yorumu (röportajın içinde gizli) o günden sonra tüm karşılaşmalara ve hediyelere başka bir gözle bakmamı sağladı.
Röportajımızı 3 bölümden oluşuyor. Bugün ilk bölümünü okuyacaksınız.
Bakalım bu sohbeti kimler hayatına çekecek. Kimlerle aynı ruh halesinin içindeyiz bilmeyi çok isterim. Fikirlerinizi ve düşüncelerinizi benimle de paylaşabilirseniz çok mutlu olurum.
Instagram/ sevilayacarr
Twitter/ sevilayacarr
“Zihin ile yaşayan insan farkında olamaz.”
En çok merak ettiğim bir konu ile başlamak istiyorum. Aynalama dediğimiz şey tam olarak nedir? Herkes birbirinin aynası mıdır? Karşıdaki insanda ne görüyorsam ben o muyum sahiden? Kötünün içinde de mi biz varız bölümünde kalıyorum.
Hayat görüşümüz ve bugüne kadar ki yaşam tanımlarımızda ne var? Bizler kurulmuş bir düzenin içinde yürüyenleriz. O düzen bizim içimizde gelişmiş ve biz o düzenin içinde karşımıza gelenlere karşı kendimizi savunmak, duruşumuzu veya o gidişatta yolumuzu belirlemek için buradayız zannedilir. Benim hayat görüşüm çok faklı. Benim hayat görüşüm, aslında hepimizin beden içinden burayı deneyimlemeye gelen yüce varlıklar olduğumuzdan başlıyor. Ben aslında ‘ben’ dediğimde, bedenlenmiş Erkan kimliğimin alanını kullanmam. Bedenlenmişin içinden gözleyen alanından konuşurum.
Bunu biraz açabilir misiniz?
Bu biraz farklı bir bakış. Erkan bir kimlik, dünyada kendini deneyimleyen bir varoluş. İşte buradan baktığımızda sıkışmaya başlıyorsunuz çünkü o zaman o zaman Erkan’ın yapacak hiçbir şeyi yok. Bu düzenin içinde yürüyen, düzene uymaya çalışan, düzenin adamı olan kişi kimliğine bürünüyor. Toplumun bana yüklediği yükler, toplumun benim için tanımladığı şeyler, bana çizilen isimlerin içinde olmaya çalışan bir varlık oluyorum. İşte ben o bakış açımı, öndeki beden, zihin ve ego düzleminden arkaya çektiğimde tek bir şey kalıyor ki, bunun aracılığı ile dünyayı deneyimleyen kimlik kalıyor.
Kendimizi beden, zihin ve ego düzleminden arkaya çekmek ne demek? Bunu biraz açabilir misiniz?
Şimdi bu zihin beden ve ruh üçlüsü aslında bizim dünyaya kendimizi sunmamız için araçlarımız fakat birçoğumuz bu araçları biz zannederek yaşıyoruz. Bedene sıkışmış insanlar var farkındaysan, bedenindeki ufak problemleri hayatının en büyük problemi olarak gören insanlar var. Kafasından geçenleri kendisi zanneden insanlar var. Yazdığı hikâyeleri kendisi zanneden insanlar var. Ben diye varoluşum, sıkışık bir varoluşum olduğunu zanneden insanlar var. Egosu ile yaşayan insanlar var…
Aslında onların hiçbiri biz değil miyiz? Sahte kimliklerimiz mi var
Sahte kimlik demeyeceğim, bu alanlar bizim aslında bu alandaki yaşamak için kullandığımız araçlar. Şimdi bu araçların arkasına girdiğimizde değişebildiğini görüyorsun ki, farkındaysan insanlar ne yapıyor; kafasından geçen düşüncelerden ötürü kendini suçlamaya başlıyor. İkili ilişkilerde toplum içinde ‘ben’i korumak için çabalar içine giriyor. Kendisinin çıkarı için hayatındaki her şeyi yok edecek kadar dramatik şeyler yapabiliyor. Aslında bu ne oluyor egonun bizi yönettiği alanlara geçiyorsun. Zihnin ya da bedenin yönettiği alanlara geçiyorsun. Hazları yaşayan, sadece haz için yaşayan insanlar beden olarak tanınmış insanlar. Bu tanımların arkasında aslında bizim ufak bir parçamız aslında gerçeğimiz değil. Ufak parçalardan dünyayı anlamaya başladığımızda hayatın çok ufak bir yüzdesini anlıyoruz. Farkındalık burada gelişemez, zihinle yaşayan insan farkında olamaz. Bedenle yaşayan insan farkında olamaz. Egosu ile yaşayan insan farkında olamaz. O zaman ne yapacağız? Biz zihnimizin ne olduğunu, egomuzun, bedenimizin ne olduğunu ayrımına vardığımızda iç seslerimizden bunların seslerini anlamaya başladığımız da ki benim çalışmalarımın birçoğunda iç sesi anlamak için çeşitli egzersizler yaptırıyorum. Zihin sesi nedir, ego sesi nedir, beden sesi nedir bu sesleri anlamaya başladığında gerçek sesini de duymaya başlıyorsun. Bugüne kadar o seslerin arkasındaki o sesleri hiç duymamışsın veya duymaktan vazgeçmişsin ya da gerçeği duymamak için kulağını kapamışsındır. Ego o sesi önlemeye çalışır çünkü. Bu durumda bu seslerin ayırtına vardığımda bir dakika ben araçlarımın esiri olmuşum farkındalığına geçtiğinde o zaman ben araçlarımı kullanmayı öğreniyorum. Onlar olmadığımı anladıktan sonra ipleri elime alıyorum ve arkadan seyretmeye başlıyorum.
Ya bunu fark edemezsek?
Bir yerde fark ediyorsun. Sıkışıyor çünkü.
Herkes mutlaka bir farkındalık yaşayacak mı? Herkes bir gün o bilince erişebilecek mi ya da erişmeli mi?
Herkes değil tabi ki. Bu bir seçim, kimi farkındalıkla yaşamaya geçmek seçimine sahiptir, kimi değildir. Kimi görür kimi görmez. Zihinle yaşamayı sürdürüp giden birçok kutsal varlık var. Bedeniyle yaşayan birçok kişi var. Ama içindeki boşlukla karşılaşmak istemeyen ve bunun için birçok manevra yapan yüzlerce insan ile karşı karşıyayız.
Ne yapıyoruz; alışveriş yapıyoruz. Kulağımızda kulaklıklarla müzik dinleyerek yaşıyoruz. Gece yatarken televizyona bakıp sızıyoruz.
Bunların hepsini kendimizle yüzleşmekten kaçmak için mi yapıyoruz? Oysa biz bir parça da olsa rahatlamak ve gevşemek için radyo, televizyon mp3 dinlediğimizi düşünüyoruz…
Evet, bunları yapınca ne oluyor; içindeki sesleri duymamak için kaçıyorsun. Zihnin seslerini duymak istemiyorsun çünkü. Büyüdükçe egonun sesleri seni sıkıştırıyor. Küçükken onlar yönetir fakat bir süre sonra o sesler seni sıkıştırır. Zihin sesi; “bir şey olamadın, başaramadın” diyor. Karşıdaki insanlara düşman alanına sokuyor ve “ senin sınırını aştı” diyor. Bu kaçışları yaptığın sürece de kurtulma şansın yok. O yüzden de hep içe dönüş çalışması yapmak lazım ki o sesin arkasındaki sesi duyabilmeliyiz.
“Erişkinlikte uğraştığımız tüm konular, aslında çocukluk çağında bize işlenmiş kalıpların sonucunda verdiğimiz kararların yaşama yansımasıdır. “
Korkular ve yetersizlik hisleri bunlarla nasıl yüzleşebilir insan? Kendimizi dinledik ve başarısızlık korkumuzun, kendimizi güvende hissetmediğimizin, yetersizlik hislerimizin olduğunu fark ettik diyelim, ondan sonra neler oluyor? Fark ettiğimiz zaman değişim başlıyor mu?
İşte orada biz devreye giriyoruz.
Siz ne yapıyorsunuz mesela?
Öncelikle her şeyin bir hikâye olduğunu bu hikayeyi aslında kendinin yazdığını, yetersizliğin dahi çocukluğunda ona yüklenmiş bir kalıp olduğunu, çocukluk çağında verdiği bir kararın değişimine yansıması olduğunu gösteriyoruz. Biliyorsun erişkinlikte uğraştığımız tüm konular, aslında çocukluk çağında bize işlenmiş kalıpların sonucunda verdiğimiz kararların yaşama yansımasıdır. Demek ki biz açıkçası çocukluğumuzda olanların realitesini erişkinlikte başımızdan savmaya çalışıyoruz.
Çocukluk döneminde yaşadığımız deneyimler büyük önem taşıyor o zaman. Ebeveyn olmak çok önemli bir sorumluluk o zaman…
Birçoğumuz o çocukluk çağında verdiğimiz kararın doğru olduğunu zannediyoruz. Zanlar var. Onun bir zan olduğunu aslında yeterli, değerli ve sevilebilir olduğumuzu, başarılı olabileceğimizi, gücümüze inanabilirsek her şeyi yapabileceğimizi anlatıyoruz insanlara. Ve insanlara o kalıpların, bilinçaltı kalıplarının temizlenmesini sağlıyoruz. Benim uyguladığım çeşitli yöntemler var. Bu bilinçaltı kalıpların ortadan kalktığında o zaman insan anlıyor ki insan ben deneyimdeyim, deneyimin konusu benim ruhsal varoluşumun karar verdiği konular ve burada çocukluk çağında bunlara karar verip, bunları çözmek için buradayım. Ben aslında gerçekte bunlar değilim, ben muhteşemim, sadece kalıpların arkasından gördüğüm için hayat bana zor geliyor, kendimi yetersiz görüyorum, hayat bana zor geliyor. Kendimi bundan yetersiz görüyorum, sevgisiz görüyorum vb.
Bunlar başladığında yavaş yavaş kurduğumuz saçma kaleleri yıkmaya başlıyorsun. İlişkilerinde yetersiz hissettiğinden ötürü verdiğin tavizleri vermek zorunda olmadığını anlıyorsun. Yaşamda kendi durdurduğun yerlerde durmanın bir manası olmadığını anlıyorsun. Ve sonunda ayağa kalkıyorsun ve yürümeye başlıyorsun. İşte yaptığımız bu. İllüzyonu görmek, aslında yaptığımız bu yolu göstermek.
Sevilay Acar