Aile Dizimi, diğer adıyla Sistem Dizimi, 2014 yılında “Diyar” filmi ve 2022 yılında “Zeytin Ağacı” dizisi ile yoğun bir ilgi ve merak ile karşılandı.
Film ve özellikle dizi sonrası bu konudan çok bahsedildi. Artık birçok kişinin aile dizimi hakkında az-çok bir bilgisi bulunmakta.
Peki nedir bu aile dizimi? Son 5 yıldır çalışma katılımcısı olarak ben de deneyim ve şahsi fikrimi sizlerle paylaşmak istedim.
Alman Psikoterapist Bert Hellinger tarafından 1990’lı yıllarda bulunan bu yönteme “Familien Aufstellung” / “Family Constellations” (Aile Konsültasyonu) da denmektedir.
Bert Hellinger, bir Afrika gezisi esnasında, orada yaşayan Zulu yerlilerinin, ölmüş atalarıyla ilgili olan inançlarından etkilenmiş, sonra esinlenerek yöntemi bir takım gelişim, değişimlere uğratarak 1990ların sonlarından itibaren bu çalışmaları dünyaya duyurmaya başlamıştır.
Aile dizimi bize, geçmiş kuşaklarla, aile büyüklerimizle aramızda aynı gen aktarımında olduğu gibi, psikolojik bir aktarımın olduğundan bahseder. Bu görünmez ama derin bir bağdır. Onların yaşadıkları ve kendilerinin farkında olup-olmadıkları, bir biçimde halledemedikleri travmalar, psikolojik rahatsızlıklar, duygusal zorluklar, çatışmalar, konuşulmamış, sır olarak kalmış olayların etkisinin aktarım yoluyla yeni nesillere geçtiğini vurgular.
Konu gündeme gelip, popüler hale gelince birçok kişi uygulayıcı kimlikle ortaya çıksa da, psikoloji, psikoterapi, psikodrama eğitimi almamış, alanda uzman yeterliliği olmayan kişilerin seans yapması fayda sağlamadığı gibi zarar verme niteliğinde. İzlediğimiz film ve dizi neticede belli bir süre içinde kalarak bize bir hikâye sunuyor. Gerçek hayattan kesitler içerse dahi ne etkisi ne hızı gerçek yaşantılarımızla aynı olamaz. Yani “1-2 seans aile dizimi yaptırdım, geçmiş kuşağımdaki sorunlarla yüzleştim, bitti.” Diyemeyiz.
Zihnimiz ister geçmiş kuşaklardan devir aldığımız ister kendi yaşadığımız travmatik olayları gündelik hayatta bize kolayca anımsatmaz. Çünkü bunlarla yüzleşmek, bilgisini hatırlayıp, duygusunu hissetmek zorlayıcı bir deneyim sürecidir. Herkes acıdan kendince ve olabildiğince kaçma yatkınlığı gösterir. Hal böyleyken, iç dünyamızı, zihnimizin derinliklerini kişisel terapi sürecine girmeden, bir uzman mentorluğu, kılavuzluğu, desteği eşliğinde en azından kısa bir süre dahi olsa ele almadan, aynamıza bakmadan, böyle derinlikli, sarsıcı olabilecek süreçlere girerken iyi düşünmeliyiz. Muhtemel bir duygusal çalkantıya zihnen bir parça da olsa hazırlıklı olmak koruyucu bir etki taşır. Sonuçta böyle çalışmalara birdenbire veya zorla değil, bir tercih sonucunda katılım sağlıyoruz ve bizi ne bekliyor bilmiyoruz.
Aile dizimi seansları, grup terapisi, psikodrama, psikoterapi seansları ile benzerlik taşıyor. Herkesin kendince olumlu, olumsuz öğreti ve travmalar içeren bir yaşam öyküsü oluyor ve birbiriyle benzer öykülerin sahipleri toplanarak orada aktarım sayesinde bir canlandırma yapıyorlar. İşte bu konunun kaotik kısmı tam da burada başlıyor. Bu nasıl oluyor? Orada olana inanmak mümkün mü? Bu etik ve bilimsel mi? Sonrası için faydalı mı? Bu konuda akademik, bilimsel bir bilgi verecek yetkim yok. İsteyenler araştırmalar yapabilir. Ben yaptığımda konu hakkında üç taraf olduğunu gördüm.
1- Bilimsel ve etik değil diyenler.
2- Bireyin ve grubun iç dünyasında yüzleşme, kabullenme, helalleşme, sağaltım ve ayrışma sağladığı için faydalı oluyor diyenler.
3- Yorumsuz kalanlar.
Ben, şahsen aile dizimi almadan evvel uzun bir psikoterapi süreci yaşadım. Sonrasında dizim ile tanıştım. Belli aralıklarla katılım sağladım. Kendi hikayemdeki düğümlerimi anlamam çözmem için bireysel gayretimle birleşince etkili oldu.
Buradaki amaç, “Ben buna katılayım, atalarım ne yaşamış, bana ne bırakmışlar, demek ki her şey onların yaşadıkları yüzündenmiş, anam babam da şöyle yapmış, yapmamış vb..” demek, geçmişi, başkalarını suçlamak, oradaki acılara gömülüp, takılıp kalmak, dramadan beslenmek, bu çalışmalardan ve uygulayıcılarından sihir çabukluğunda çözümler, hap bilgiler beklemek olmamalı. İnsan dediğimiz muammayı anlamak ve çözmeye çalışmak basit bir iş değil. Bu insan kendimizsek hele…
İnsanız ve kolayı seviyoruz. İstiyoruz ki zorlamayalım, beklemeyelim, çok çabalayıp, yorulmayalım, bir anda rahatlayalım. Bu gerçekçi bir beklenti olmadığı gibi hayat içinde işlevsel de değil.
Kendimizle yüzleşmek, geçmişimize bakmak, bize bırakılmış mirasla ilgilenmek derinlikli işlerdir. Popüler kültürün hızında ve basitliğinde değildir. Bu noktada ne uzman ne yöntem bize sihirli değnekle dokunup hayalimizdeki neticeyi şıp diye kucağımıza bırakmaz. Her şey düzelmeyebilir, her şeyi anlamayabiliriz ama kendi gerçekliğimizde anlamlandırıp, bazı boşluklarla birlikte yaşamaya devam etmeyi öğrenebiliriz. Kişisel çabamız, motivasyonumuz, istikrarımız, tercih ve sorumluluk bilincimiz hayatın her alanında olduğu gibi burada da mühim. Olan olmayan her şeyin bugünümüze etkisi nasıl ve neler olmuş, anlayıp, buradan yola çıkmak bize kendi hikayemizin kahramanı olma serüvenimizde ışık olacaktır.
Özellikle kendimizi zifiri karanlıkta hissettiğimizde.
Not: Konuyla ilgili okunabilecek kitaplardan bazıları:
– Seninle Başlamadı (Mark Wolynn)
– Sevginin Kökleri (Svagito R. Liebermeister)
– Psikosoybilim (Anne Ancelin Schützenberger)
Gaye Elmas Ünver