Bereketli toprakları olan ülkemin, yine bol bereketli sosyal medyayı fazlası ile meşgul eden, merak uyandıran, takip ettiren, arkası yarın kuşaklarına bile fark attıran, günahı ve sevabı, acısı ve tatlısı ile koskoca bir yılı daha geride bırakarak, dopdolu bir dönemi de kapattık… Bu kapanışı yaşamadan önce eğrisi ile doğrusu ile bir göz gezdirelim; neler yaptık diye ki, gelecek yıl aynı durumlarla karşı karşıya geldiğimizde, en azından “Hani olmaz ya…” ders almış olur, hali hazırda bulunuruz. Malum, tarih tekerrürden ibaret, tabii ki anlayana. O zaman ne diyelim, duyanlar duymayanlara, okuyanlar okumayanlara anlatıversin bir zahmet.
Geriye bıraktığımız yıl diyeceğiz demesine fakat tek farkı hızla esen bir lodos gibi sanırım etkisi yeni yıla da yansıyacak… Cumhuriyet tarihinin yaşadığı veya yaşayacağı en ateşli yıllarından biri oldu belki de bitti bitecek dediğimiz yıl… Neden etkisini yeni yılda da yaşayacağız ya da hissedeceğiz? Malum, yılın son döneminde alınan kararlar, 30 Mart’ta yapılacak yerel seçim ki cemaat ile hükümet kavgasının açıkça ortada olduğu seçim sürecinde kim galip gelir, kimin kime nasıl etkisi olur, sandıkta etki tepki olur mu, yaşayıp da göreceğimiz konuların başında gelmekte. Peki, bu kavga acaba yeni yılda yapılacak olan Cumhurbaşkanlığı seçimlerini nasıl etkiler? Anlaşılan yeni yılın da 2013’ten bir farkı olmayacak. Ve elbette tüm bu süreç, ileride yapılacak genel seçimlerin de temelini oluşturmakla kalmayacak, sanırım direkt olarak etkisini gösterecek.
2013’teki en önemli olaylardan biri de Gezi Parkı Eylemleri idi. Belki toplumsal bir takım düzensizlikler dengelerimizi bozdu bozmasına ama yeniden dengeler kurulabilirse, bozulmalar giderilebilir. Açılım süreci ile başlanılan yol haritası, aslında pusulasının bozukluğundan mı yoksa doğru giden pusulaya uzaktan hükmeden mıknatısın çekim gücünden mi bilinmez ama meçhule doğru yol alan bir gemiyi andırdı doğrusu. Tam bir şeyler düzelecek ümidiyle, bahar gelsin, yaz gelsin derken, aslında derelerin ardından çok mevsim suları akmış da haberimiz olmamış. Bazen düşünmüyor değilim bu olanları gördükçe çok sevdiğim bir söz var, “Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu”… Sanırım okurken hak vereceksiniz şayet perhizde değilseniz…
Bu yıl da, diğer geçen yıllar gibi acısı ve tatlısıyla, tabiri caizse günahı ve sevabı ile geçti. Medya için evlilik programlarının tavan yaptığı; bazı programlar kısıtlanırken, televizyonun da tek elden pusula misali yönetildiği, yeteneklerin yarıştığı, kafaların karıştığı, ne seslerin yarışıp da zirve yaptıktan sonra inişe geçişte apıştığı, bir gecelik ünlü olup, ünlü uyumuna uymadığı için, ünsüzleştiği, unutulup giden yaşamlara yaşanmadığı bir toplulukla bir yılın arasında geçti gitti. Eskiye rağbet var deyip, bitpazarına daha nurlar yağmadan ısıtıp ısıtıp önümüze konulan temcit pilavı gibi birbiri ardına mantar gibi bitiveren diziler… Yılların isimleri ile oluşan seksenli doksanlı yıllı diziler… Bir dizide ölüp de, bir gün sonraki dizide yer alan karakterler…
Bilgi yarışmalarında birinci sorudan ikinciye geçmenin zor olduğu programlardan, ‘ben bilmem eşim bilir’ deyip eşleri göklere çıkaran; ardından yemeğin tuzu yok, ocağın gazı yok deyip, tekme tokat dövülen, dövüldükleri yetmiyormuş gibi ölümle biten yitik hayatlı kadınlar… Birkaç koyun parasına bir ömür boyu yaşamı idame ettirecek eli öpülesi medyanın ismiyle ‘küçük gelinler’.
Daha bitmedi… Yıllarca bedeni ile ruhu asla birleşmeyen, içimde bir ben var benden başka deyip, kabuğunu yırtmadan sessizce içinde kanayan yarası ile parmaklıların olmadığı ama içimizde mahkûm ettiğimiz nefret ile baktığımız, başımıza gelse neler yapabileceğimiz anlamlandıramadığımız yaşamlar… Diğer taraftan ‘Ben buyum, böyle doğdum ama böyle olmayacak’ diyebilme özgürlüğü ile kendisini ilahlaştırdığımız, başımıza taç ettiğimiz, ellerimiz patlarcasına alkışladığımız, senin yanındayız dediğimiz ilaheler… ‘Tanrı vergisidir’, ‘Alın yazısıdır’ deyip sığındığımız masum kaçamak cevaplara inat, otoyollarda birkaç lira uğruna tek bir kurşunluk canı olan, masumane ilahken ilahe olmaya çalışan, yitik bedenler… Bir lokma ekmek uğruna, açlık uğruna, dürüstlük uğruna çalınan bir dilim ekmeğe inat açılan davalar…
Diğer taraftan değişmeyen hortumcular… Nedir, nedendir bilinmeyen bir kavga uğruna bir karış toprağın hepimize yeteceği, fakat bizim parsellerken kendimize yonttuğumuz keser sapları sayesinde sırf birileri faydalansın diye arabozucuların mahkûm ettiği hayatlarda ‘Ağlarsa anam ağlar, gerisi yalan ağlar’ dedirten gözü yaşlı çilekeş analar… Bir tarafta evlat deyip, tedavi üstüne tedavi olup, sonuç alamayan, yüreği kor kor annelik hasreti ile yanan insanların yanı sıra diğer taraftan birkaç dakikalık zevk uğruna peydahlanan fakat bir kedi yavrusu gibi ya çöpe ya da bir avluya bırakılan bebekler… Tüm bu yaşananlar 2013’de vardı, 2014’de yine olacak, yeri ve zamanı farklı olarak…
Yaşadığımız hayatta doğumlar vardır, yepyeni dünyaya merhaba diyen insanları sevindiren; bir de madalyonun diğer bir tarafı vardır, doğum gibi parıldamayan… Geldiğinde adeta yasa boğan, soğukluğu sadece ateşin düştüğü yeri yakan, iz bırakan ölüm. 2013’de kaybettik sevdiğimiz ünlüleri; belki akrabamız değil yiten hayatlar ama yine de üzülürüz.
Kimleri kaybettik, onlar ki bazen idollerimiz; bazen ulaşılmazlarımızdı… Belki hayatlarında neler yaşadıklarını bilemeyiz ama üzülürüz… Gittikleri anı duyunca bir iki dakika düşünürüz, belki birkaç damla gözyaşı süzülür gözlerimizden… Gözyaşı, yitip giden ünlüye mi, yoksa kendi yitip gidenlerimize mi, bilinmez ama hayat da devam eder bir şekilde. Bir de bakmışsın, yıl olmuş, asır olmuş giden ömürlerin ardından.
Kimler ayrıldı aramızdan?… Şarkı sözü yazarı Şenay Yüzbaşıoğlu; öyle bir şarkı sözü ki bu, sev kardeşim dediğimde hafızalara beliriverecek siması, belki de kulaklarınızda çalıverecek yazdığı eseri…
Kimleri kaybettik, onlar ki bazen idollerimiz; bazen ulaşılmazlarımızdı… Belki hayatlarında neler yaşadıklarını bilemeyiz ama üzülürüz… Gittikleri anı duyunca bir iki dakika düşünürüz, belki birkaç damla gözyaşı süzülür gözlerimizden…
Gözyaşı, yitip giden ünlüye mi, yoksa kendi yitip gidenlerimize mi, bilinmez ama hayat da devam eder bir şekilde. Bir de bakmışsın, yıl olmuş, asır olmuş giden ömürlerin ardından. Kimler ayrıldı aramızdan?… Şarkı sözü yazarı Şenay Yüzbaşıoğlu; öyle bir şarkı sözü ki bu, sev kardeşim dediğimde hafızalara beliriverecek siması, belki de kulaklarınızda çalıverecek yazdığı eseri…
Çınarların yıkılması sinemadan spora müzikten profesörlüğe kadar yaşa, cinse, ırka bakmadan devam etti. Tiyatro sanatçısı Alev Sururi’den ressam Burhan Doğançay’a, üniversite camiasından Prof. Dr. Toktamış Ateş’ten Prof. Dr. Ahmet Mete Işıkara’ya. Hemen herkesin şarkılarında bir şey bulduğu Ferdi Özbeğen’den futbol camiasından Arif Peçenek’e… Daha o kadar çok isim var ki, saygı ile anacağım… Oyunculardan Macide Tanır, Metin Serezli, Tekin Akmansoy. Arabeskin babası Müslüm Gürses . Usta aktör Tuncel Kurtiz. Bir dönem başucu kitabı olarak nitelendirilen Şu Çılgın Türkler’in yazarı Turgut Özakman. Unutulmaz gazeteciler ve haber adamları, Savaş Ay ve Mehmet Ali Birand. Gelmiş geçmiş efsane tiyatroculardan Nejat Uygur. Ve son günlerde aramızdan ayrılan Tuncay Özinel. Siyasetten de vardı elbet, akıllarda soru işareti ile biten bir hayat: Hayri Kozakçıoğlu. 9.Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in eşi Nazmiye Demirel. Başta da dediğim gibi, ölüm ne paşa dinliyor, ne efendi… Anlaşılan Azrail’in fendi, yine herkesi yendi.
Uzun lafın kısası bizde bu zihniyet, bu anlayış varken, kaç yıl geçse de, aradan kaç sular aksa da, hep aynı sözü tekrarlayacağız: “Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu” …
Tolga Turan