Film Tavsiyesi: Sezar Ölmeli

Eski Roma’dan Bu Yana Değişen Bir Şey Yok

Taviani kardeşlerin Altın Ayı ödüllü filmi “Sezar Ölmeli” dramatik unsurları ve deneysel yapısıyla sıra dışı bir eser nitelemesini hak ediyor.

Seksen yaşında film çekmek ve dünyanın en önemli festivallerinden birinden büyük ödülle dönmek başlı başına bir olay. Bu olayı, dünyanın en ünlü kardeş yönetmenlerinden Taviani’ler gerçekleştirdi. Berlin Film Festivali’nde en iyi film ödülünü kazanan, beş dalda David di Donatello ödülüne lâyık görülen “Sezar Ölmeli”, pek göze çarpmadan vizyona girdi ve çıktı. Popüler sinemanın dışındaki yapısıyla gözden ırak düşmesi sürpriz olmayan filmi, yaratıcı bir sanatsal performans arayan sinemaseverlere bu yazıyla hatırlatmak istedim.

 

Jül Sezar’ı Hapishanede Oynamak
Film öncelikle, Shakespeare’in gerçek tarihi olaylardan yola çıkarak Eski Roma üzerine yazdığı bir dizi oyundan biri olan “Jül Sezar”ın güncel bir uyarlaması olarak dikkat çekiyor. 16’ncı yüzyıl sonlarında yazıldığı düşünülen oyun, M.Ö. 44 yıllarında Roma İmparatoru Jül Sezar’a karşı bir grup senatör tarafından düzenlenen ölümcül komployu anlatıyor. Aralarında Brütüs ve Cassius’un da bulunduğu grup, Sezar’ın Roma’yı otokratik bir yönetim altına alma niyeti içinde olduğu şüphesiyle harekete geçer. Halkın desteğini de aldıklarını düşünen senatörler, bir tertiple Sezar’ı öldürürler. Antonius’un halkı farklı yönde ikna eden konuşması üzerine taraflar arasında yeni bir hesaplaşma başlar. Bu hesaplaşma, komployu düzenleyenler için de kanlı sonuçlanacaktır.

Tiyatro tarihinde birçok kez sergilenmiş olan oyunun bu kez sahneleceği yer, en ağır suçlardan hüküm giymiş mahkûmların bulunduğu, Roma’daki ünlü Rebibbia Hapishanesi’dir. Mahkûmların rehabilitasyonu amacıyla her yıl bir oyun sergileme planı kapsamında bu kez Shakespeare’in “Jül Sezar” oyunu ele alınacaktır. Film, bu oyunun provadan sahnelenmeye kadarki sürecini anlatır. Oyundaki rolleri üstlenen mahkûmların pek çoğu ömür boyu veya ağır hapse çarptırılmış insanlardır. Ve fakat günler geçtikçe bu tiyatro çalışması, doğal olarak bu insanların hayatlarındaki en önemli olay haline gelir.

Buldukları her fırsatta oyunun provasını yaparlar; seyircinin zaman zaman oyunla gerçeği karıştıracakları ölçüde rollerini benimser ve çalışırlar. Hayattan pek bir beklentileri olmayan bu insanlar için tiyatro adeta hayata yeniden tutunma vesilesi olur.

Birçok Unsur Sade Bir İzlekte Buluşuyor
Filmin özgünlüğündeki en önemli nokta, sanat ve yaşamla bağlantılı birçok unsuru sade bir izlek üzerinde bir araya getirebilmiş olması. Sinema-tiyatro, kurmaca-belgesel, tarihsellik-güncellik, dramatiklik-deneysellik, amatörlük-profesyonellik konusundaki çağrışımların bir özeti olarak görülebilir film. Bir yandan Shakespeare’in ne kadar “güncel” eserler vermiş olduğuna bir kez daha saygı duyarken, diğer yandan iktidar, ihanet, dostluk gibi kavramlar açısından nasıl pek de bir şeylerin değişmemiş olduğunu bir kez daha idrak ediyorsunuz. Mahkûmların oyun için seçilmesi ve siyah-beyaz bölümleriyle belgesele yaklaşan film, oyunun bizzat sahnelenmesi ve renkli bölümleriyle klasik dramanın izini takip ediyor. Ve tüm bu unsurlarıyla, aynı zamanda sinemadaki en estetik ve sağlam deneysel yapılardan birini kurmayı başarıyor. Taviani kardeşlerin, seçtikleri konularla her zaman sorumluluk taşımış olan profesyonellikleri, bu kez başka bir tür sorumluluk taşıyan amatörlükle görkemli bir buluşma yaşıyor film boyunca. Sonuç olarak, en eski sanatlardan biri olan tiyatro ile yeni bir sanat olan sinemanın birlikteliği açısından film, belki de Truffaut’nun “Son Metro” filminden bu yana en özgün örnek olarak karşımıza çıkıyor.

Suç ve Sanatsal Performans Bir Arada
Filmin çarpıcılığı, sadece bu yönlerden değil, en ağır suçlara bulaşmış insanların sanat kavramı ile bir araya gelmesinden de kaynaklanıyor. Sanat eserleri tartışılırken, sanatçının günahlarının çoğu kez (ve belki de haklı olarak) eserlerinin önüne geçebildiği bir dünyada, suça, hem de büyük suçlara bulaştıkları aşikâr olan insanların sanatsal bir performans sergilemelerine ne denebilir ki?

Bu insan malzemesindeki ilginçliği, oyuncuların yakın plan çekimlerle saptanan yüzlerinden takip ediyoruz seyirci olarak. Bu suç makineleri, ister büyü deyin, ister gücü, sanatın karşısında adeta teslim oluyor, profesyonel oyunculara taş çıkartacak bir disiplin ve görev duygusuyla işlerine sarılıyorlar. Onlar için, hapishanenin her noktası bir sahne, yaşadıkları her an bir prova fırsatıdır. Hem kendileri, hem de bir başkası olmaktan mutludurlar. Zira Eski Roma’dan bu yana çok fazla şey değişmemiştir insan ilişkilerinde. Sezar’a düzenlenen komplo, entrikalar, yönlendirmeler, ihanetler, hangi mahkûm tarafından yaşanmamıştır ki?

“Sen de mi Brütüs” diyen Sezar gibi, kim bilir kaç mafya mensubunun da son sözü “Sen de mi…?” olmuştur. Mahkûmlar bir bakıma, bugünün Roma’sında, günümüzün Sezar’ları, Brütüs’leri, Cassius’ları ve Antonius’larıdır. Bu anlamda rolleriyle özdeşleşme başarısı yakalayan mahkûmlar, bir yandan da kendilerine sanatın açtığı “bir başkası olma” özlemine de sıkı sıkıya sarılırlar. Rollerindeki içtenlik, işte hem bu kendi, hem de bir başkası olma isteğinin bir bileşkesidir aynı zamanda. Sanatın insan üzerindeki terapötik etkisini ise, yüzlerdeki bu benimseme ifadesinden izlemeye çalışırız.

Bu arada Sezar, tarihin ana karakteri gibi görünmekle birlikte, oyunun ve filmin değildir. Brütüs daha çok görünür, daha çok konuşur. Tarihe böyle bir sanatsal yorumla bakmak da ancak Shakespeare düzeyinde bir sanatçının altından kalkabileceği bir iştir. Bu anlamda, net ve belirgin iyi veya kötü karakterler yerine, onur, yurtseverlik, dostluk üzerine argümanları ve inançları olan daha insani varlıklar çıkar karşımıza. “Sezar Ölmeli” inancıyla hareket edenler kadar, “Sezar Ölmemeliydi” fikrine inananların da argümanları güçlüdür.

Taviani’ler: Sorumlu Bir Sanat Anlayışının Temsilcileri
“Babam ve Ustam”, “San Lorenzo Gecesi”, “Kaos” gibi filmleriyle tanıdığımız Paolo ve Vittorio Taviani kardeşler, zor bir tür olan politik/tarihsel sinemanın içinde her zaman ciddi konuları ele almış ve sinemasallıktan taviz vermeden önemli filmlere imza atmışlardır. Oldukça etkileyici bir deneysel sinema örneği olarak da görebileceğimiz son filmleri “Sezar Ölmeli”, “tiyatro her yerde yapılır” şiarını adeta “sinema herkesle yapılır” anlayışına dönüştüren, önemli bir film.

Önceki İçerikTemmuz Ajandası
Sonraki İçerikDedemin İnsanları

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz